Devletin olmazsa olmaz iki temel görevi vardır: Adalet ve güvenlik…O nedenle “Adalet, mülkün temelidir” sözü tüm adliye saraylarında yer alır. Buradaki mülk, devlet demektir. Yani bir devletin varlığı ve sürekliliği ancak adaletle mümkündür. Adalet nasıl sağlanır? Tabi ki, yargının bağımsız ve tarafsız olması… Bir de hâkim güvencesi ile

Yargı bağımsızlığı, yargıçların bireylerden veya devletin diğer organlarından ayrıcalıklı olduğu, istediği kararlar alabileceği şekilde algılanamaz.Yargı bağımsızlığı, yargının görevini yerine getirirken baskılara ve müdahalelere karşı anayasanın güvencesi altında kurumsal bir kimlikle korunmasıdır.
Yargının bağımsız ve tarafsız olması, doğru ve yerinde kararları ile belli olur. Yargı kararları adaletli ve hukuka uygun değilse,orada yargı bağımsızlığından ya da tarafsızlığından bahsedilemez.
Yargının bağımsız olabilmesi, daha doğrusu bağımsız ve tarafsız kalabilmesihem dış hem de iç bağımsızlığının olması ile mümkündür. O nedenle Yargının siyasal partilerden, sivil toplum örgütlerinden, medyadan, dava ile ilgili çıkarı olabilecek kişi ve kuruluşlardan gelebilecek olumsuz etkilerden korunmaları gerekir.
Bir ülkede siyasi iktidar eylem ve söylemleri ile yargıyı etkiliyor ya da yönlendirebiliyorsa orada yargı bağımsızlığından, demokratik ilke ve değerlerden bahsedilemez.

Yargıya müdahaleyi ve verilecek muhtemel talimatları önlemek için 1982 Anayasası’nın 138. Maddesinin 3. Fırkasına: “Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz” hükmü konulmuştur.
Anayasaya uyulmaz ise ne olacaktır? Demokrasilerdekurallar ve yasalar işler Otoriter/totaliter rejimlerde ise patron kimse onun dediği geçerlidir. Her şey kâğıt üzerinde göstermelik olarak kalır!
Yargıçların sadece dış etkilerden değil iç etkilerden de korunması gerekir.Yargıçlar; üst düzeydeki amirlerinin etkileme, telkin, talimat ve emirlerine muhatap olmamalı, vicdanlarına ve yasalara göre karar vermelidir.
Adaleti hayatına esas edinen Fatih Sultan Mehmed de “Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür/ Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür” veciz ifadesiyle devlet yöneticilerine yol göstermiştir. Fatih’in adını dillerinden düşürmeyenlerin adalet duygusunu kaybetmeleri gerçekten çok acı.


Son günlerde sadece CHP’ye yönelik operasyonlar çekilmesi ve davalar açılması kamuoyunda şüphe uyandırıyor ve mağduriyet algısı oluşturuyor. Bu durum yargıya olan güveni zedelediği gibi gerçekten suç işleyen ve rüşvet alanlar için mağdur algısı yaratıyor. Yani “At izne it izi karışınca…” Halk;yapılan operasyonların hangisinin gerçek, hangilerinin algı operasyonları olduğunu seçmekten zorlanıyor. Ya topyekûnsuçluyor ya da ayırt etmeden savunuyor.Senin hırsızın, benim hırsızım hikayesi…Adaletin çarkı, herkes için aynı şekilde işlemelidir.

Yargının siyasallaşması halkın devlete olan güvenini yok eder. Nitekim öyle de olmuştur. ASAL Araştırma Şirketi’nin yapmış olduğu bir araştırmaya göre halkın yargıya güven oranı %1,6 civarındadır. Yine 2024 Dünya HukukuÜstünlüğü Endeksi raporuna göre Türkiye, 142 ülke arasında 117’nci sıradadır.
Hesap vermeyen, denetlenemeyen ve sorgulanmayan bir yönetim sisteminin ülkeyi getirdiği durum budur.
620 yıllık Osmanlı’nın çöküş süreci de adalet sisteminin bozulması ile başlar. Yargıdan sorumlu kamu görevlisi olan KADI, adaletten ve doğruluktan uzaklaşıp, rüşvetsiz iş yapmayıncahalkın devlete olan güveni tamamen zedelenmiştir.
Yazımızı “KARAKUŞİ KADI” hikayesi ile noktalayalım.“Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrindegüveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var…. Karakuşi Kadı, fırıncıya:
– ‘Ben bunu aldım’ demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:
– ‘Hani bizim ördek?’ Fırıncı boynunu büküp:
– ‘Uçtu’ deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış… Gayrimüslim de peşinde kovalıyor…
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış… Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş…
Ördeğin sahibi,
– ‘Bu adam ördeğimi hiç etti’ diye şikâyet etmiş.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
– ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’
Fırıncı:
– ‘Uçtu’ demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
– ‘Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil’ diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
– ‘Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla…
Davacı:
– ‘Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?’ diye sorunca Karakuşi Kadı
– ‘Şimdi’ demiş, ‘Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:
– ‘Tamam’ demiş, ‘Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.’ Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi’ye:
– ‘Senin şikâyetin nedir bre?’ Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,
– ‘Ne diyeyim kadı efendi’ demiş, ‘Adaletinle bin yaşa sen, e mi!’
– Ananı “öpen” kadı ise, kimi kime şikâyet edeceksin?..