Akıbetine koşan Gaziantep gerçeğine baktığımızda kendini Türkiye gerçeğinden bağımsız saymayacak bir genel gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bu durum bizim gibi düşünen, irdeleyen, soran ve olması gerekenin peşinde bir sürek avına koyulanları rahatsız ediyor. Gaziantep gerçeğiyle ilgili olarak sormak gerekmiyor mu? İyiye giden ne var? Düne göre bugünkü kayıplarımız neler? Çağdaşlarıyla yarışabilecek potansiyeli oluşturabildikmi? Daha yaşanabilir bir kent gerçeğinin neresindeyiz? Bu soruları sonsuza kadar çoğaltmak mümkün.Küresel güçlerin adeta bir mikser gibi allak bullak ettiği yakın coğrafyamızda yaşanan toplumsal dalgalanmadan nasiplenen Gaziantep, kitlesel göçlere hazırlıklımıydı? Batı olabildiğince kendi uzağında tutmayı başardığı bu göç gerçeğini ve yarattığı sorunları, pimi çekilmiş bir el bombası gibi Türkiye’nin karnına yerleştirmeyi başardı. Elbette sınır hattı boyunca demografisi ciddi tehdit altındaki diğer şehirler gibi Gaziantep’te bu durumdan muzdarip.Roma İmparatorluğunun yıkılmasındaki özel nedenlerden biri de tarihçiler tarafından aldığı göç olarak gösterilse de, Türkiye ve Gaziantep bu şuura ne kadar vakıf sorulmaya değer. Kent ahalisine Suriyelilerle bir arada yaşama arzusu sorulmuyor! Tersine ensar-muhacir esprisiyle sapla saman birbirine karıştırılarak, akla ziyan bir şekilde “Suriyelilerle birlikte yaşamaya alışma” telkinleri yapılıyor. Sosyal ve kültürel zıtlıkların tavan yaptığı Suriyeli-Gaziantepli birlikteliğindeki zorakilik genel ve yerel iktidarın dayatmasıyla nereye kadar sürer bilinmez.Ancak yaşayarak anladığımız ve sahada gördüğümüz, her toplumun huzuru kendi toprağında bulacağı gerçeğidir. Yani Suriye huzura, barışa ve istikrara kavuşmadan Türkiye’nin ve Gaziantep’in de anılan bu değerlere kavuşamayacağı önümüzdeki bir realite olarak durmaktadır.Bütün bunların yanında yereldeki yöneticilerin ve yerel parlamentonun belirleneceği yeni bir seçim sathında beynimizi kemirmeye devam eden sorunlar dünden bugüne kötü bir miras gibi devrolacak mı onu da zaman gösterecek.Sola dönüşlerin yasaklandığı, ileri mecburi yön ve girilmez levhalarının kuşattığı yasakçı anlayışın Gaziantep’in trafiğini içinden çıkılmaz hale getirdiği muhakkak. Zaman kaybından ve yakıt israfından başkaca bir getirisi olmayan bu dayatmaya verilecek en güzel cevap. En iyisi ve en kestirme yolun sürücünün kendi bildiği yol olduğudur. Zira sürücü pratiğiyle trafikten düşen her araç kendi güzergahı açısından bir rahatlama demektir.Yine bu levhalar dairesinde evine dört sokak öteden dolaşarak gelmek zorunda kalanların durumunu düşünün. Ara sokaklardaki kargaşa ve kaosa, genişletilen kaldırımları, daraltılan yolları eklediğinizde evlere şenlik hal’i bir de bu haliyle görmeyi deneyin.Kentsel dönüşüm adı altında yerinden yurdundan edilen, ekmek kapıları tarümar edilmiş insanların uğradığı haksızlık karşısındaki suskunluğu ve teslimiyeti sizce umutsuzluğun bir dışa vurumu değil mi? Cumhurbaşkanı bu konuda gönüllülük esasından bahsederken, Gaziantep’teki yerel idareciler “Ben yaptım oldu. Biz yaparız olur” mantığıyla adeta dayatmacı bir anlayışla toplumsal uzlaşı kapılarını kapatıyor.Humanızda yıkılan Besihanelerin yerleri hala kadersizliğin kıskacında, Eski Garajlar savaştan çıkmış Suriye’ye benzetiliyor. İsmetpaşa Mahallesinde bulunan ve 2019 yılı itibarıyle tahliye edileceği söylenen Uzay Çatılı Pazar’daki Kasaplar Çarşısı’nın yeni faaliyet alanı meçhul. Yerinden yönetmeyi esas almayan, kenti ahalisiyle ve soruna neden olanlarla birlikte çözmeyi akıl edemeyenler, yıkılan stadyumun yerini nasıl değerlendireceğini dahi üst akla sormak zorunda kalıyor. Konu mankeni gibi göstermelik açılışlarla, vitrin süslemekle yönetici olunmayacağının en bariz göstergesi Gaziantep. Eleştiriyi karşıtlık olarak algılamadan, insan eksenli yönetmenin olgunluğuyla Gaziantep küllerinden yeniden doğabilir.Aksi halde Fransıza kurşun atanların torunları, kurtuluşu ülkenin daha Batısına göç etmekte bularak şehirden kaçışı hızlandırır ki, bu durum Gaziantep’i sığınmacılar ve göçmenler için bir cennete, bu şehrin aslisi için ise bir cehenneme dönüştürebilir. Baklava, Kebap ve Lahmacun müsellesine mahkum edilmiş, salt Gastronomi algısıyla anılır bir şehir olmak istemiyorsak, kendimize acilen çeki düzen vermek ve bir boy aynasında endamımıza bakmak zorundayız. Şahıs ve kurumlar bazında ve de bu kenti yönettiğini zannedenlerin indinde; suyun akışına kapılarak sürüklenmeden, disiplinle direnç kaleleri oluşturarak, toplumsal gafleti ve emperyal çullanışı silkeleyerek, uzun bir süreden beri gark aldığımız güzellik uykusundan uyanmalıyız. Zira uzun süreli uyku tam manasıyla bir gaflettir. Başka bir Türkiye ve Gaziantep olmadığına göre, manasıyla manalandığımız bu şehrin ve bu ülkenin ipine sarılmalıyız