Kimyasal terör olarak adlandırılan psikotrop maddelerin kullanımı giderek artıyor. Bu illet yüzünden bir nesli kaybetmekle karşı karşıyayız. Bağımlılık hem bireysel, hem de toplumsal olarak oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir.

Bağımlılık sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın ortak meselesi. Başta gençler arasında olmak üzere herkesi etkileyen biyolojik, ruhsal ve sosyal boyutları olan bir sağlık sorunu.

Her ülkede değişen oranlarda olmakla beraber, hemen hemen bütün ülkeler uyuşturucudan olumsuz yönde etkilenmektedir. İlk akla gelenler şiddet ve suç, AIDS başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklar ve sosyal yapıda çökmedir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) tarafından hazırlanan Dünya Uyuşturucu Raporunda, uyuşturucu kullananların sayısının her yıl yüzde sekiz oranında arttığı ifade edilmektedir. Bu artışın büyük oranda sentetik kannabinoid tüketiminden kaynaklandığı, doğal uyuşturucu kullanımında azalma olmakla birlikte, 300 milyar dolardan fazla hacme sahip olan dünya uyuşturucu ticaretinin birçok ülkenin ekonomisinden daha geniş olduğu belirtilmektedir. Bağımlılık yapıcı maddeler ne yazık ki, ölüm saçmaya devam ediyor. Özellikle madde kullanan çocuklarda annelerin ve babaların tutumlarında, çocukluk dönemi gelişim sürecinde ciddi olumsuz, yanlış yaklaşımlar mevcut. Bunların değerlendirilmesi, konuşulması, özellikle çocuğun aile ve topluma kazandırılmasında, anne ve babanın nasıl bir rol alacağı, tutum ve davranışları yeniden nasıl yapılandıracağını konusunda görüşme yapıyor. Bu görüşmeler bazen üç ya da dört seans, bazen de 8 ya da 12 seansı buluyor. Ortalama 2 – 3 ayı bulan ya da 1 yıl ailesiyle birlikte takip ettiğimiz çocuklarımız var. Özellikle madde bağımlılığı, yaptığım klinik çalışmalarda edindiğim bilgi şu; madde bağımlılığı bir sebep değil, bir sonuç. Bunun sebepleri öncelikle aile içerisindeki, anne ve babanın çocukla ilişkilerinde yaşadığı sonuçlar.