İsmail Biçer genç kuşak şairler içinde şiirlerini önemsediğim ender kalemlerden biri. Dilini şiire yakıştıran ve farklı soluklarla şiir penceremizi tıklatan şair, bu kez Töz adlı kitabıyla şiir dünyamıza merhaba diyor.
Kitabın tamamıyla ilgili çözümlemelerde bulunmayı tasarlarken, yazımın farklı bir mecraya doğru sürüklenmesine engel olamadım.
Şairin Hrant Dink'e adadığı ses adlı şiiri için dipnotlar düşerken kitabın bütünlüğünden uzaklaşan yazının giderek Türk-Ermeni ilişkisinin yakın tarih içindeki paradoksal durumuna düşmesi kaçınılmaz oldu.
Nazım Hikmet, Mehmet Akif için Akif inanmış adam, büyük şair. Ancak ben onun bütün inandıklarına inanıyormuyum demişti.
Bu sözle bir müsemma yapacak olursak, İsmail Biçer kuşkusuz iyi bir şair, zaman içinde serpilip gelişecek ve şiiri daha sağlam zeminlerde yükselecek. Türk şiir sanatında yediveren gülleri açtıracak.
Ancak İsmail Biçer'in his coğrafyasında şiirini çevreleyen kimi algılarına katılabilir miyim? Tereddütüm var bu konuda.
Hrant Dink'in öldürülmesiyle estirilen beyin fırtınası kendini tanımlamaya çalışan yeni jenerasyonu karanlık dehlizlere sürükleyecek gibi.
Türk'e ait duygusallık sürekli mantığın önüne geçince, doğru karar verebilme ve muhakeme pergellerini doğru kullanma yeteneği tam tersi bir şekilde kabiliyetsizliğe tekabül ediyor.
Ne diyordu bir şiirinde Orhan Veli Ölünce bizde iyi adam oluruz/arınırız kirlerimizden
Ölümde, tıpkı toprak gibi insanları sitil eder ve temizler. Onun içindir ki, elini eteğini bu dünya hayatından çekerek ahirete teşrif edenlerin arkalarından hatmi kelam eylemek hoş karşılanmaz.
Belkide bu sayede sapla saman birbirine karışır ve sonunda izbe bir yıkıntıdan bir abide, silik bir silüetten de bir kahraman yaratabilir toplum.
Hrant Dink'in tabanı delik ayakkabısına öykünenler, bu kısa metrajlı filmden Marksist bir devrimci yaratma telaşına düştüler.
Bir güvercin tedirginliğinden ise barışa susamış bu topraklara kendi öngörüsüyle Ermenilerin Nelson Mandela'sını inşaa ettiler.
Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz diye yürüdüler. Kürtçü bölücüler, Ermeni kindarlar, ikinci cumhuriyetçiler, Saros solcuları, Turuncu devrimlerin Türkiye locaları.
Mademki yaşama hakkının kutsallığı adına yürünüyordu. Kirli ve karanlık ilişkilerin üzeri örtülmemeliydi. İnsanlar milliyetleriyle sorgulanmamalı, kimlikleri öldürülme nedenleri olmamalıydı.
Elinde ay yıldızlı milli bayrakla korteje katılmak isteyen bir kadın linçten son anda kurtarılmıştı.
Demekki yürüyüşün gayesi Hrant Dink'in öldürülmesini protesto yaşama hakkının kutsallığı ya da onun taşıdığı kimlik değildi.
Anadolu coğrafyasında yaşayan bir ulusu temsil eden milli bayrak onları kudurtmaya yetiyordu.
Sayısal çokluğun verdiği cesaretle hayvani dürtüleri depreşenler vandalist saldırganlığın en bariz örneklerini sergilediler barış için, kardeşlik için, demokrasi için yürüdüklerinde.
Bu kez kültürün, sanatın, edebiyatın kapısını çaldı aynı güçler. Hrant Dink'e öykünme enflasyonunu getiriye tahvil edenler, bu yoldan şöhret umanların yıldızları kısa zamanda söndü. Aynı tuzaklara düşenler, benzer çukurlarda debelenenler oldu son tahlilde.
Yetime Ağıt başlığında şöhret merdivenlerini tırmanmaya talip olan 73 şairin samimiyetsizliğine karşın, Tek kişilik manifestoyla samimiyet sınavından geçer not alan, dipdiri bir Türkiye gerçeği duruyordu. Ne fayda.
Bizi yakar/bizim ateş diyen Aşık Veysel'in sesinde her ağacın kurdu özünden olur deyişiyle birleşiyordu.