Hayat pahalılığını ve yolsuzlukları protesto gösterileri mini bir isyana dönüşmek üzereyken Devrim Muhafızlarının da sahaya inmesiyle şimdilik kaydıyla durmuş görünüyor.

İran'da belli aralıklarla kitlesel eylemlere dönüşen bu tür kalkışmaların kronolojisi oldukça kabarık.

Farslardan, Ermenilere, Türkmenlerden, Belucilere, Musevilerden, Kürtlere oradan Azerbaycan Türklerine kadar, irili ufalıklı çok sayıda etnik grubu bünyesinde muhafaza eden İran, otarşik - totoriter rejimlere iyi bir örnek sayılabilir.

Dini otoritenin totaliter ve baskıcı bir anlayışla ve aynı zamanda kendini Fars milliyetçiliğiyle muhafaza altına aldığı bir realite.

Büyük Atatürk'ün "Yurtta ve Dünya'da Barış" stratejisiyle ana omurgasını oluşturan Türk hariciyesi, buna rağmen Türkiye'nin güvenliğinin Turan cografyasından başladığını unutmamalıdır.

Tahran, Tebriz'in çekim merkezinin nerelere kadar sirayet edeceğini iyi bilmektedir. Uzun yıllar Türk hanedan soyunun yönettiği Acem topraklarında devlet yönetme kabiliyetinin Farisi bir anlayışa kaydırıldığı çıplak gözle dahi tespitlidir.

GÜNEY AZERBAYCAN ÜZERİNDEKİ DEMOKLESİN KILICI: FARİSİ CEBİR

Güney Azerbaycan topraklarında estirilen baskıcı ve despotik fars milliyetçiliği akımı, Türkçe'nin yasaklanması ve Türk önderlerin tutuklanmasına kadar sistematik bir yıldırma politikasına dönüşmektedir.

Filmi biraz geriye sarıp tarihi analize koyulduğumuzda Şah Rıza'nın idama kalkıştığı İmam Humeyni'yi beraberindeki 400 müctehitle birlikte savunarak ölümden kurtaran Ayetullah Şeriatmedari'nin nasıl öldürüldüğünün tarih tanığıdır.

Humeyni kendisini ipten alan Şeriatmedariye şükran borcunu onu zehirleterek ödemiştir.

Bu emsalsiz ihanetin en büyük nedeni Şeriatmedariye'nin bir Güney Azerbaycan Türk'ü olmasıdır.

Yani bir anlamda ırkiyet İran'da bugün olduğu gibi dünde mezhep birlikteliğin de, dinin de önüne geçmiştir.

Şah Rıza Pehlevi'nin İran gizli servisine kurdurup, finanse ettiği İran destekli "Kavva" adlı Kürt örgütünü Türkiye topraklarında konuşlandırdığı da unutulmamalıdır.

Bu bağlamda İran, toprak bütünlüğünü 40 milyon Azerbaycan Türk'ü üzerinde estirdiği askeri ve siyasi cebirle sağlayamaz.

Tersine Güney Azerbaycan Türklerinin sosyal, siyasal ve kültürel haklarının tanınması ve muhafaza altına alınması kadar, mevcut hakların kapsadığı alanın genişletilmesi kaçınılmazdır.

Aksi halde "Azerbaycan Milleti, çekemez bu zilleti" sloganlarının kitleselleşerek yükseldiği bu bozkurt duruşu, Bakü ile Tebriz'in sonsuza kadar kuçaklaşacağı günü müjdeleyecektir.

KEVGİRE DÖNEN SINIR HATTI BOYUNCA KUŞATILMAK

Bu durumu az çok tahmin eden Tahran yönetimi Kesr-ı Şirin anlaşmasından beri bozulmayan 460 km'lik sınır hattı boyunca mayınlı alanın temizlenmesiyle Pakistan ve Afganistan üzerinden gelecek yeni bir göç dalgasının Türkiye'yi bu kez Doğu'dan vurmasına teşvik edecektir.

Güney sınırı boyunca, Irak ve Suriye hattı üzerinden kuşatılan ve bunun faturasını en ağır şekilde ödeyen Türkiye bu kez Doğu'dan özellikle İran ve Ermenistan üzerinden ablukaya alınarak bir çevirme harekatına maruz kalacaktır.

Batıda ise Ege denizinde 18 adası Yunanistan tarafından işgal edilen Türkiye'nin sınır güvenliğinin Güney Kıbrıs'ta Rumların Milli Muhafız Ordusunu ağır silahlarla takviye ettiği düşünüldüğünde evlere şenlik bir hal aldığı görülecektir.

Balyoz, Ergenekon ve Ay Işığı kumpaslarıyla bu arada kendi milli ordusunu tasfiye eden Türkiye'nin bu oyunda kendi ayağına sıkan pozisyonunda ısralı olması ise düşündürücüdür.