Fransız aydınlanmasının önemli düşünürlerinden Voltaire, kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara acıdığını söyler. Haklıdır da… Bir yerde kahramanlara ihtiyaç duyuluyorsa orada sorun var demektir. Önemli olan kahramanlara ihtiyaç duymayan toplumlar yaratabilmektir. Ancak geldiğimiz nokta daha da vahim. Artık “iyi kahramanlar” yaratamıyoruz. Önce büyük bir senaryonun katili olan Ağca, “kahraman” gibi karşılandı cezaevi çıkışında. Daha sonra askeri savcının “kendi senaryosu”na göre müebbet istediği; ancak mahkemenin 1 ila 2,5 yıl arasında cezalar verdiği Dağlıca baskınındaki sekiz erle ilgili gerekçeli karar yayınlandı. Çocuklara “ölüp kahraman olsaydınız” denildi gerekçeli kararın özünde. Peşinden de Balyoz darbe planı ve Genelkurmayın savunması geldi: Bu bir tatbikat oyunu, bir senaryoydu… Bu aralar, ulusal basında ne kadar çok kahraman ve senaryo sözcüğü geçiyor değil mi? Sadece Ağca değil tabii ki “kahramanımız”. Hatırlayın: TİP'li yedi öğrenciyi banyo havlusuyla boğarak öldüren Haluk Kırcı'nın kendi camiasında gördüğü muamele… Abdullah Çatlı için “Devlet için kurşun sıkan da ölen de kahramandır.” diyen Tansu Çiller değil miydi? Susurluk çetesi için sokaklara çıkıp “Türkiye sizinle gurur duyuyor.” diye bağıranlar… Şemdinli'de kitapevini bombalayıp insanların ölümüne ve yaralanmasına sebep olan astsubayla ilgili dönemin genelkurmay başkanının sözleri hâlâ hafızalarımızda. Ya Hrant Dink'in katili Ogün Samast'la polislerin yan yana çektirdikleri “kahramanlık fotoğrafı”na ne demeli? Hrant Dink'in karısı Rakel Dink “Bebeklerden katil yaratıyoruz.” demişti ya mektubunda, artık “katillerden kahraman yapma” aşamasına geçtik… Tanrım, ne büyük bir ilerleme!.. Belki de bu halet-i ruhiye yüzünden askerdeki yoksul çocuklarının ölüp kahraman olmasını istiyoruz. Bu gerçekleşmediği zaman da kızıyoruz. Askeri mahkemenin Dağlıca baskınıyla ilgili gerekçeli kararındaki cümleler insanın içini ürpertecek türden: “Şartlar ne olursa olsun askerlerin şahsi tehlike korkusunu yenerek teslim olmamaları gerektiği açıktır. Bu tür insani duygular bahane edilerek olaya yaklaşılması durumunda askerilik mesleği ve dolayısıyla vatan savunmasının yapılamayacağı bir gerçektir…” Bu arada sayın askeri savcı, o ana kuzularının hiçbirinin mesleği gereği orada olmadığını, hiçbirinin mesleğinin “askerlik” olmadığını, “zorunlu” askerlik sistemi nedeniyle orada bulunmak zorunda kaldıklarını da hemencecik unutmuşa benziyor gerekçeli kararı yazarken. Yani işin özü askeri mahkeme, “İnsanlığın lüzumu yok.” diyor. “İnsanlık mı? Abartmaya gerek yok.” diyor. Çocuklara “Niye ölmediniz?” diye ceza veriyor. Peki, bunu kendi çocuklarına sorabilirler mi? Siz çocuğunuza bu acımazlığı yapabilir misiniz? Bir mahkeme insan olmanın önemli olmadığını kayıtlara düşüyor böylece insanlık vicdanını sızlata sızlata. Sadece hukuki değil, ahlaki bir norm yaratıyor. İnsan olmakla ilgilenmenin bir sonucu olsa gerek aynı mahkeme Kürt kökenli er Ramazan Yüce'nin ifadesinde “PKK'lilerin Dağlıca'ya baskın yapacağını dinledim, hepsini rapor ettim.” sözleriyle de ilgilenmiyor mahkeme boyunca. Dağlıca Tabur komutanı Onur Dirik'i de bu dava sürecinde kapsama alanı dışında bırakıyor. Bu arada, bu çocukların bir kısmının acemi eğitiminde sadece on beş, yirmi mermi attıktan sonra çatışma ortamına sokulmasının nedeniyse hiç sorgulanmadı. Hatta bu atış talimlerinde on beş, yirmi mermi atan bu çocuklara “Elli mermi attım, yüz elli mermi attım.” içerikli kâğıtların imzalattırılması da hiç sorgulanmadı bugüne kadar. Çünkü bazıları için önemli olan “kurumun yıpranmaması” “önemli olan vatan…” Ve vatan söz konusu ise insan yaşamı teferruat. Ne yazık ki genelkurmayın Balyoz darbe planına dair savunması da aynı kurtarıcı, kahraman, zihniyetinin devamı. Yazılanların “senaryo” olduğu söyleniyor Balyoz darbe planıyla ilgili olarak. Böyle olsa bile kendi halkını iç düşman olarak gören, vatanı halkından kurtarmaya çalışan bir ordu olabilir mi? Böyle bir kurmaca/hayali bir senaryoda neden gerçek kişi ve kurumların adları alenen kullanılıyor da hayali kişi ve kurum adlarına yer verilmiyor? Milliyet'ten Hasan Cemal'in dediği gibi: “Tatbikatmış, harp oyunuymuş, dış tehditmiş; güldürmeyin insanı, zekâsıyla da oynamayın!” Ve yine Can Dündar'ın “Lütfen bizimle oynamayın!” serzenişine katılmamak mümkün mü?.. Kabul edelim ki bunlar, kötü senaryolar. Ve gördüğümüz kadarıyla da kötü senaryolardan iyi kahramanlar çıkmıyor… Artık düşünülmesi gereken şudur: Kurtarıcılardan/kahramanlardan ve “kötü senaryo yazarları”ndan kurtulmuş bir toplumu nasıl yaratacağız? Sanırım bunun yolu, demokrasinin sınırlarını genişletip herkes için daha çok adalet ve özgürlük istemekten geçiyor. Tersi durumda yolumuz, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'in bir öyküsünde dediği yere çıkabilir: “İnsanın kendini her gün yeni alçaklıklara terk edeceğini görüyorum şimdiden. Öyle ki sonuçta sadece katiller ve askerler kalacak geriye…”