Maalesef ülkede huzur ve güven ortamı bırakmadılar… Kaldıysa eğer, o da artık çok az bir kesimde var. Onlar da iktidara yakın kesimler ve halinden memnunlar. Ama insanların büyük çoğunluğu mutsuz. Her geçen gün fakirleşen yüzde yüzü geçen enflasyonun altında ezilen toplumun büyük bölümü, kendimi bildim bileli bu kadar alım gücünden yoksun bırakılmamıştı. Çarşı pazarda yangın yaşamamıştı. Aslında bu ülkenin insanları geçmiş yıllarda yokluğu ve fakirliği görmüş, bunun acısını çok çekmişti. Ama devletine olan bağlığı gereği özveride bulunması gerekiyorsa onu da fedakârca yapmıştı. Antep harbi bunun en önemli belgesi. Yokluğun tavan yaptığı dönemlerde acı zerdali çekirdeğinden yapılan ekmek, dedelerimizden dinlediğimiz en acı hikayedir… Sonraları da sıkıntılar yaşadı insanlar. Benim de aralarında olduğum bir kuşak, yamalı pantolonlar giyerdi. Büyüklerimizin eskisinin içini ters yüz edip giydirirdi analarımız. Yediğimiz içtiğimiz sınırlıydı hep. Eti ancak rüyamızda görürdük. Ama mutluyduk, çünkü şimdiki gibi insanlara ayrımcılık yapılmıyordu, şu Kürt, bu Alevi denilmiyordu. Fakir zengin ayrımı da yoktu o zamanlarda. Hepimiz birlikte oynar eğlenirdik. Bir Yahudi Yusuf diye bildiğimiz amca vardı, kumaşçılık yapardı Seferpaşa mahallesinde. Bütün tabakhanede herkese kumaş satar ancak paraları olmayan insanların borçlarını deftere yazardı. Çoğu ödeyemezse sonunda üstünü siler, "benim hayrıma olsun" derdi. Borçlu bir babanın çocuğu olarak en unutamadığım anılarımdan birisi buydu. DİN ADAMLARININ DÜŞMANLAŞTIRICI VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ DİLİŞimdi durum çok farklı tabii… Bir nifak tohumu atıldı aramıza. İnsanların kimlerle konuşacağına bile karışılmaya başlandı. Siyaseten düşmanlıklar yaratılıyor artık. En vahimi Din adı altında faaliyet gösterenlerin barışçıl ve kucaklayıcı dil yerine düşmanlaştırıcı, ötekileştirici diller kullandığını görür olduk. Gerçek din adamları bile tedirgin, üzgün, endişeli bu gidişattan. Dahası var tabii… Ülkeyi yönetenlerin tavırları, kendilerinden görmediklerini yok sayıcı davranışlar içine girmeleri, bütünlüğümüze ciddi darbeler vurmaya başladı. Yani açıkçası bir tuhaf olduk nedense. En acısı insanlar Devletine güven duygusunu yitirmeye başladı. Çünkü Devlet kavramı çok değişti. Ülkeyi yönetenler kendisini devlet yerine koymaya başladı. Bize öğretilen Devlet’te, adalet diye bir kavram vardı. Adalet devletin temeli denilirdi. Ve herkes kanun önünde eşitti. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktu. Yani Devlet anaydı, babaydı. Asla kişileri ötekileştirmez, kanunlar şahıslara ayrıcalık yapmazdı. Bildiğimiz tek şey, Devletin kapısından girince orada sadece kanunun konuşacağıydı. Yani Devlette sen - ben ayrıcalığı olmazdı. Üstelik kanunlar şahıslar için değil, millet için yapılırdı. En önemlisi Devlette ayrımcılık yoktu. Kendisi gibi düşünmeyenlere hain, bölücü gibi yaklaşımda bulunmaz, yanlış yapana sahip çıkar, doğru yola girmesini sağlardı. Seçim rekabetinde Devleti o dönem idare edenler, muhalefetle eşit şartlarda mücadele etmeye özen gösterir, devlet imkanlarını kendi lehinde kullanmaktan utanırdı. Emekli yazar Nurettin Bölük’ün de dile getirdiği gibi Devlet memurları kendi devletinden korkmaz, kendi düşüncesinden olmayan birisinin iktidara gelişinin onun özlük haklarına dokunmayacağını bilirdi. Ve özellikle şimdilerde, insanlara “devleti elinde bulunduranlar kendinden olmayanları memur bile yapmıyorlar” dedirtmezdi. YARDIM KONUSUNDA BİLE GÜVEN ORTADAN KALKTIVe gelinen acı nokta… Ekonomideki çöküş herkesi kötü etkiledi. Durumu kötü olanlar için hayırseverler ellerinden geleni yapıyor. Allah var belediyeler de mübarek ramazanda ayni ve nakdi yardımlarda bulundular. Ama asıl diyeceğim burada başlıyor. Yardımlarda bile bir güvensizlik ortamı hâkim olmaya başladı. Çünkü insanların büyük bölümü bazı Kurum ve kuruluşlara inanmıyor. Hele yardım kuruluşlarına olan güven çok azalmış durumda. O yardımların gerçekten ihtiyacı olanlara gitmeyeceğine yönelik tereddütler yaşanıyor. Bu çok tehlikeyi bir düşünce. Elbette düzgün çalışanlar yok değil. Ama totalde sayıları o kadar az ki, asıl düşündürücü olan da bu zaten. Anlayacağınız Türkiye eski Türkiye değil artık. Gaziantep’te eski Antep değil. 3 milyona dayanan nüfusuyla kentin kimyası bozulmuş durumda. Yerli halk kent geleneklerini, kültürünü koruma adına adeta çaresiz bırakılmış durumda. Bildiğimiz tanıdığımız çoğu Antep’ten ayrıldı. Gençler durmak istemiyor. Üstelik korkunç bir ahlaki çöküş içine sokuldu güzelim şehrimiz. Yıllar önce mevcut alt yapısı ancak kendine yetebilen bir şehir iken, birden çoğalan yabancı nüfusa karşılık yetersiz kalan, yine de buna rağmen belediyelerin büyük özveride bulunduğu Gaziantep’te diğer bir sıkıntı da sınıfsal farklılığın zirve yapar duruma gelmesi. ZENGİN DAHA ZENGİN, AZ FAKİR, TAM FAKİRKentin bir bölümünde inanılmaz bir lüks yaşantı hâkim. Adeta ayrı bir dünya yaşanıyor. Diğerinde ise tahmin edilemez büyüklükte fakirlik, yokluk yaşanıyor. Artık Gaziantep’te daha önce de yazdığım gibi orta direk kalmamış durumda. Zengin daha zengin, gerisi az fakir, tam fakir… Ve bu çelişki yaşam biçiminden tutun da yiyecek, içecek giyecek sektörüne yansımış durumda. Sabah kahvaltısını ekmek, bir parça peynir ve zeytinle yapanlar kadar, boş yer bırakılmayan masalarda yapanlar var. Kilosu 200- 300 liraya ulaşan baklava ve tatlı çeşitlerini yiyen de var, içi boş baklava alıp evine götüren de var. Buna birde acımasız lokantacı, kebapçı ve beyrancıları ekleyin. Bayram için Gaziantep’e gelenleri yolunacak kaz gören ahlaksız esnafı da ekleyebiliriz buna. Zaten çok yerin kapalı olduğu şehirde açık olanlar da insafsızlıkta zirve yaptı resmen. Öyle ki 2-3 kişi ciğer kebabı yemeye kalkıyor, bir ayran ile 400- 450 lira isteniyor. İtiraz edilince fiyat aşağıya çekiliyor. Bu nasıl esnaflık, bu nasıl ahilik anlayışı söyler misiniz? Son bilgi bir tabak beyran 45 lira oldu, Arkadaş nedir bu, illa % de yüz kar mı edeceksiniz Allah aşkına. Her gün gelen şikâyet mesajları, bu şehirde fiyat kontrol mekanizmasının yetersizliğini veya olmadığını açıkça gözler önüne sergiliyor. Birde Metanet gibi yerler var bu şehirde. Adını yazıyorum çünkü bizzat yaşadım ve bir daha gitmedim. Burada aşırı fiyata karşın kredi kartta işlemiyor. Yani tık para ödeyeceksin. Faturası, vergisi nedir bilmiyorum tabii. Yıllardır böyle tutturmuş gidiyorlar. Eğer son zamanlarda kredi kartı uygulamasına başlamışlarsa bilemem BARAKA VE SEYYARDA DA AYNI FİYAT, LÜKS LOKANTADA DABir de şu var bu şehirde… Adam yatırım yapmış, düzenini kurmuş, gerçekten takdir edilecek bir mekân oluşturmuş ve ekipmanını dört dörtlük tamamlamış. Bu yatırımcı üstelik vergisini sektirmeden ödüyor, faturasını veya fişini veriyor, çalışanlarının sigortasını yatırıp ödüyor. Ürünü de kaliteli olunca haliyle takdir ediyor saygı duyuyorsunuz. Bir de fiyatı makul seviyede tutunca oralara sürekli giden oluyorsunuz… Ama tam tersi durumda olanlar var. Yani düz bir dükkân veya baraka. Yanında en fazla 2-3 kişi çalıştırıyor, vergisi sigortası ne olduğu belli değil. Hatta seyyar arabada bile yapanlar var. Oralara da gidiyorsunuz elbette. Buralarda yeme içme faslından sonra bir bakıyorsunuz ki dünyanın parasını harcamış olanla size aynı fiyatı çekmiş. Ya arkadaş masrafın az, mekânın sıradan, hatta ayaküstü, yeterli hizmetin de yok, nasıl olur da dört dörtlük yer ile aynı fiyatı istersin… Valla gözünüzün yaşına bakmıyorlar, alıyorlar sizden hesabı…. İşte fiyat ve kalite kontrolü ile denetim dediğim bu… HEPİNİZE İYİ HAFTALAR