Kendi hırslarının kurbanı olan, Shakespeare'in en trajik karakterlerden biri Macbeth'in keskin kılıcına ihtiyacım var yine bugün.

Vicdanı ve utanması olmayan, pişkinlikten sureti ve sıfatı kararmış, insanlıktan çıkmış, varlığı külfet ve de israf kimselerin toplum değerlerini yok eden eylemlerinden oluşan kirli ve kapkara utanç listesinin fermanını kesmek için...

Kıvrım kıvrım çürümüş beyin damarlarının doldurduğu idraksızlık çukurunda, gönüllü boğuldukları talihsiz kaderlerinin eziyetini çeken kafalarındaki kurtlu düşüncelerden kurtarmış olurum hiç değilse kendilerini de, varlıklarına muhatap kalan milleti de.

Kimse çıkmasın karşıma zira kalemi savurmak için epey bir bekledi bu acı dolu, öfkeli yürek.
İki satırda harcayasım, bir kelime ile mıhlayıp, üzerine kara noktayı koyasım var!
Her olayın sonunda nokta değil, virgül koyduğumuz için hâlen gelmiyor mu bunlar zaten başımıza?

Sadece göz göre göre, kulak işite işite yapılan haksızlıkların vicdansız sahiplerinin cüretkâr dillerini değil, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanların da dilini hicivleme günüdür benim için.

Bencillikleri karşısında sabırla ıslah olmalarını ve de farkındalık kazanmalarını beklediklerimizin, bitmek tükenmek bilmeyen açlıklarına, bir kelime, bir duruş daha katlanacak takati kalmamış olan şehrimizin, değişim rüzgarlarını hissetmesi için ve bir şeylerin değişmesi için güzel insanları yitirmek mi gerekiyor her gün?

Kimisini bedenen öldürerek cinayet gibi kazalarda, kimisini ruhen tüketerek her türlü haksızlık ve emek gaspçısı yaklaşımlarda, kimisini zihnen sömürerek fikir özgürlüğüne inat baskıcı ve despot tutumlarla, kimisini illallah ettirip kaçırdıkları kibir budalası, görgüsüz ve saygısız tavırlarla...

Yitip giden insanlar... Gencecik...
Güzel insanlar...
Yaşamının keşif surlarında, hayatı doya doya yaşaması gerekirken, yokolasıca birilerinin kararmış kalplerinin attığı bedenlerinin kötü gölgelerinde yitip giden aydınlıklarımız...

Bir babanın bir ananın gözbebeğine kurban olacağı evladına, bir eşin dünyevi tüm yollardan geçerken omuz verdiği, emek verdiği hayat arkadaşına, bir çocuğun en kutsal mabedine kıydılar...

Yazık ki ne yazık!

Kelimelerin katiliyim bugün! Bugün tüm cümlelerim ayakta.
Bugün tek bir dilin değil, dillerin alfabesi gelse mürekkebime yetmez anlatmaya, yetemez asla.

Kimisi sürekli kimileri olma yolunda çoğalırken her geçen gün, azalan vicdan ve de utanç duygusu korkutuyor insanı en çok!

Şaşkınlıkla izliyorum olanları yok artık daha da şaşırmam dediğim her an!
Bundan bir kaç zaman önce yitik şehir diye satır satır anlattığım yazımın her bir cümlesi ağır gelmişti kimilerine.

E muhakkak tabi ağır gelecekti.
Yağlana ballana, sıvana sıvana büyüttükleri egoları eleştiri duyunca bu kadar ulu orta, gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi kala kaldı millet!

Oysa ki, herkes yazdıklarımın ne kadar gerçek olduğunu öyle biliyordu ki, gerçeğe susamışlığın verdiği bir ihtiyaçla derin bir oh çekerek okudular tekrar ve tekrar.

Sığınılan en aciz bahanelerden biri; "Şehrimize değil, ülkemize has bir durum bu!" ifadesiydi benim için.

Nasıl aciz, nasıl kısır bir yaklaşımdır bu!

Yani sıradanlaştırmanın, basitleştirmenin, genelleştirmenin matematiği ile hafifleyecek mi şehrinde olanlar?

Tanımlara ve tasvirlere bu kadar takılıyorlarsa eğer, memleketin koduna aykırı nice tanım ve tasvir yapılırken neredeydi bu sesler?
Hatırlatayım bu sesler sadece ikili üçlü sohbet ortamlarında önünüzü arkanızı kollayarak, sağınıza solunuza bakarak, fısır fısır konuştuğunuz seslerden değil!
Böyle belirli günler geldiği zaman ağızda ezbere söylenen şarkılarla, türkülerle, elde bayrak, sosyal medyada bir iki özlü söz klişe laflarla olmuyor bunlar!

Duruş gerek!
Parayı kazanırken de eğilmeden bükülmeden, yandaşçılık yapmadan, haksız kazanca itibar etmeden evinin içinden başlayarak çocuğunu dünyadaki tek çocukmuş ve her şeyin hakkına sahipmiş gibi şımarık ve de duyarsız yetiştirmeden, komşundan başlayarak mesai arkadaşına, amirine, patronuna, işçine, ortağına, eşine, ailene YAPICI eleştiri yapabilmeyi başararak sergilenecek bir duruştan bahsediyorum.

Adama göre iş değil, işe göre adam seçin diye haykıran satırlarımın trajik tecrübelerle kanıtlandığını gördüğümüz nice olayda da kadrolaşmanın değil, kurumsallaşmanın önemini bir kez daha anlamış olması gerekir herkesin.

Anladık mı?
Anladık!
Unuturmuyuz artık?
Pardon neyi?


Çok göç almışız...
Alma.
Önlem al.
Alıyorsan da kurallar koy.
Takip et.
Müsade etme.
Kira fiyatlarını uçuran sanki başkası.
Dikilmeyecek yere bina diken sanki başkası.
Ahlâk çöküntüsü yaşadığımız toplumumuzda yetim hakkı yiyen, haksız kazanç elde eden, toplumsal imkânları bireysel çıkarları için kullanan sanki başkası.
Aynı ortamlarda birbirlerine icik bicik otuz iki diş meydanda sırıtan, aynı karede yer almak için kırk takla atan sanki başkası.
Fırsatçı olma.
Olana da tepkini göster.
Mahana Şahana.
Markalar şehri!
Önceleri değerli şeylerde markaydık, şimdi ise başka şeylerde!

Kadını kaybet adını ver, genci kaybet adını ver, dağ gibi adamları kaybet adını ver! Arkadaş isimlerde değil, insanlarda yaşatınız insanları.

Kaybetmeden önce alsın herkes önlemini. Yanmadan önce yürekler, beyinler yansın hatalı işlerin karşısında nasıl durmamız gerekir diye düşünürken.
Parayı al, popoyu sal.
İşin takipçisi olma, dedikodu peşinde koş.
Özgün olma, olana sataş.
Rekabeti yok et, etiği katlet.
Bizden sizden diye ayrımcılık yap, sanki gökten zembille inmiş gibi muamele bekle.
Hiçbir vasfı olmadan, dayıcılık belgesi ile bir yere gel, sende bul sen de gel diye markalarla donattığı rahat poposuyla oturduğu yerden akıl ver millete, milletin sinir sistemleri ile oyna.
O ihale bana kalsın, bu iş bana gelsin, şu makam benim olsun diye yandaşçılık yapıp da sonra poz kesmesin kimileri gibi.
Oscarlık performanslar yetmiyor artık, seviye yükseldi.

Yutmuyoruz!
Şahısların dudak arası kader oyunlarına fırsat vermeyip, gözüne gönlüne güzel görünen kimseleri istihdam edip, işin gerektirdiği donanıma sahip kimselerin değer görmediği yapılara ve yapılanmalara da itiraz için yükseltsinler, o klişe mesajlar yayınlayan sadece belirli günlerde nota basan seslerini!

Örneğin, yanlış düşüncelerde olan ve bireysel rant peşinde koşan arkadaşlarına karşı çıksın o sesler!

Örneğin, bencilliği ile milleti bezdirmiş, başkalarının hakkı ile oynamaktan hiç korkmayan meslektaşlarına karşı çıksın o sesler!

Örneğin, çocukların ihtiyaçlarına göre değil, velisinin ego tatminine göre ayar veren prensipli bir eğitimci olmaktan uzak bir öğretmene karşı çıksın o sesler!

Örneğin, bu öğretmenlere inat, gerçek eleştiri yapıp, çocuğu kazanmak için ailesi başta olmak üzere, okul idaresi ile mücadele eden idealist öğretmenlerin yanında yer almak için çıksın o sesler!

Örneğin, milletin eve ekmek götürme derdiyle her gün katlanmak zorunda kaldığı mobbing uygulama konusunda uzmanlaşmış ortaklarına karşı çıksın o sesler!

Örneğin, insanların ruhsal ve fiziksel sağlığı ile oynayan, ettiği meslek yeminlerinin hiçbir kelimesine sadık bir duruş sergilemeyen tüm sağlık mensubu arkadaşlarına çıksın o sesler!

Örneğin, insanların arkasından başka yüzüne başka konuşan, her ortamın insanı komşularına karşı çıksın o sesler!

Örneğin, millete fitnelik münafıklık yapıp, birbirine düşürmeye çalışan ayarı bozuk tiplere çıksın o sesler!

Örneğin, yer doldurmaktan başka hiçbir işe yaramayan, mevki makam düşkünü, o makamın gerekliliklerini yapmayan yapamayan ama unvan budalası yetkililere çıksın o sesler!

Örneğin, hırsızlık yapan birine, hakka giren birine, hayvanlara şiddet uygulayan, çocukları ve dini istismar eden, kadını ötekileştirip, kadın çalışanına, kadın meslektaşına, kadın öğretmenine, kadın işverenine, kadın doktoruna, kadın mühendisine, kadın mimarına, kadın eczacısına, kadın şoförüne her türlü saygısızlığı yapabileceği cinsel bir obje gözüyle bakıp erkekliği ile övünmeyi belden aşağısı sanıp da evdeki kızına karısına başka bir varlıkmış gibi davranan bir erkeğe meselâ çıksın o ses!

Hem de şöyle, solda soldan gelen cinsten çıksın "heyt" diye ki, duysun herkes hasta ruhlu, vicdansız insanları da ibretlik olsun korksun birileri ve yapamasın aynısını bir daha.

Çekinsin toplum tepkisinden.
Öyle doğru bir duruş sergilesin ki insanlar, yanlarında eğri durmaya korksun mayası ekşiler.
Örneğin, "Kimsenin nasibinden bir başkası aydınlanamaz!" der Eddie Anter.
Bu kadar büyük karanlığı yaşayan memleketin altında, hangi hakkına girilmiş nasipler vardır bir sorgularken çıksın mesela o sesler!

Örneğin, bir matemin yürek yakan kederinden istifade etmeye çalışan, tribüncü tipleri fark ettiğinde çıksın o sesler!

Örneğin, oluk oluk paraları kazandığı memlekete, lafa söze gelince sahip çıkıyormuş gibi görünüp de, sefasını başka başka yerlerde sürdüğü, görüntüde demokrat, vatansever tiplerin bomboş varlıklarına karşı da çıksın o sesler.

Örneğin, dilinde ya Allah ya bismillah ile gezip, her türlü Allah korkusu eylemi hiç utanmadan korkmadan yapan, hacı hoca kılıklı adı maneviyatlı sanı küp delisi, nefsi aşk olan tiplere de çıksın o sesler!

Çıksın ki, toplum kalitesi yükselsin, düşünen, sorgulayan ve takipçi olan farkındalığı yüksek insanların olduğu ortamlarda kötü insan kötü olmaktan çekinsin, iyi insan iyi hissetsin, daha fazla feda edecek canlarımızı, değerlerimizi, hakkına girilen mağdur insanlarımızı konuşmayalım artık.

Aramızda kalsın ama kim kimin ne kalite ürün olduğunu çok iyi biliyor. Milleti kandıracağım, sağa sola poz vereceğim diye taktıkları o maskelerin arkasında ne tür karakterlerin olduğunu herkes kitap gibi yazacak durumda!
Kuma gömdükleri kafalarından geriye kalan bölümlerinde, kaç numara insan oldukları yazıyor.
Sadece etiketi yapıştıran az o kadar. Haberiniz olsun yani.

Sakın bir "ben" ile ne olur demesin kimse! Bütün efsaneler bir "ben" ile başladı şu insanlık tarihinde.

Biri kendine inandı ve diğerleri de ona.
Yoooo yok artık öyle başkaları üzerinden cesaret edebiyatı yapmak.
Maşa kullanmak yakışmaz mert insana!
Bundan sonra düzen diyen, adalet diyen, hak diyen herkes, aydınlığa kavuşmak için önce kendini yakacak, sorumluluk alacak, dürüstçe ifade edecek düşüncelerini mensubu olduğu topluluğa.

Örnek olacak!
Para ile muhabbetini alnı açık, başı dik herkes bilecek.
Prensipleri, Ahmet için ne ise Mehmet için de o olacak. Sonra başımla gözüm üstünde yeri var.
Ama yandan yandan gelene, orta direkten çakarım böyle bilinsin.

Yitik şehir yayınlanmadan önce okuma fırsatı bulan, iş dünyasının göbeğinde olan bir öğrencim dedi ki;
"Hocam bunu yayınlama. Herkes seninle çalışmaya korkar."
Dedim ki;
"Korksun! Herkesle çalışıp herkesleşemem!"

Siz de herkesleşmeyin!
Zira, herkesleşenin omurgası kalmıyor.