Teknik bir terim olarak gürültü, müzikte, bir biriyle uyumsuz seslerin aynı anda çıkarılmasıyla oluşur. Ancak gürültü, günümüzde sosyal bir olgudur. Bu nedenle de teknik anlamından tamamıyla farklıdır.
Sosyal bir kavram olarak gürültü, sosyal ya da doğal ortama uygun olmayan sestir. Artık bu bağlamda seslerin kendi içlerinde uyumlu olmasının bir önemi yoktur. Örneğin gece yarısı deniz kenarına oturmuş yakamozu seyrediyorsanız, diskolardan gelen en çok sevdiğiniz bir müzikal sesi bile, doğal olarak bir gürültü kabul edebilirsiniz. Ya da bir bir akşam üzeri, eve gelmişsiniz, iş bitmiş, artık dinlenme zamanı ama bangır bangır bir davul zurna ya da hoparlörlerden ciyak ciyak bağıran bir saz grubu duyarsanız bu bir gürültüdür. Böyle bir durumda dışarıdan bangır bangır Beethoven?ın 5. Senfonisi de gelse bir gürültüdür.
Çoluk çocuk herkes perişandır böyle gürültülerden. Ama bu ses terörü bizde yasaldır. Düğün vardır bir yerlerde. Bütün yaz aynı işkence devam eder. Gündüz davul zurna işkencesinin ardından akşam ?elektronik saz?, ?org? ve ?şantör? terörü hemen hemen her mahalleyi kasıp kavurur. Tabii ki bunlar benim düşüncelerim, sizi bağlamaz.
Bir milyonluk bir köyde yaşıyoruz sanki! Yasalara göre ses düzeyi sınırlaması var. Bu yasaları acaba kimin uygulaması gerekiyor? Gelenek görenekler köyden şehre göç etmiş, şehir yaşamını istila etmiş. Şehir yaşamını kollayıp gözeten bir kurum var mı acaba?
İşin ilginç yanı, bu durumdan şikayetçi olanların sesi yüksek çıksa da, sayıları son derece az. Çoğunluk için bu sesler gürültü değil, davul zurna sesi, havayi fişek sesi ya da antebin hamamları senfonisi!
Durum böyle olunca gürültüyü sosyal açıdan tanımlamak tam olarak bir entelektüel intihar eylemi. Sosyal ya da doğal ortama uygun olmayan seslere gürültü denirse, beni rahatsız eden bu sesler, benim gibi birkaç şehirli dışında, çoğunluğun dikkatini bile çekmiyorsa, gürültü problemi sadece birkaç şehirlinin hüsnü kuruntusudur bu durumda. Eh bu koca köyün emniyet güçleri de ses yönünden asayiş berkemal diyecektir doğal olarak! Bize de, ses asayişi için, köylere göç etmekten başka çare kalmıyor. Belki orada on beş yirmi bin kişilik bir şehir yaşamı kurulabilir. Böylece milyon nüfuslu köylerden bin nüfuslu şehirlere geçiş dönemi başlar!
Belki birileri çıkar, köy ve şehir tanımını insan sayısına göre değil de, birlikte yaşama adabına göre yapmayı akıl eder! Birlikte uyum içinde yaşama kültürü, birbirlerine saygı gibi medeniyet seviyesine ulaşmış insan toplulukları olarak tanımlanır şehri.
Şimdiki durumda ?e nolmuş, nolmuş?? , ?ne var??, ?oğlan evlendiriyok?,?yol babayın malı mı??, kültürlü bir uyum söz konusu. Asayiş berkemal yani Antep köyünde! Neylerse güzel eylermiş! Böyle bitmemeli bu yazı ama, değil mi? İşte size bir SANAL IŞIK:
GÜNEŞ DOĞACAKTIR ÇİÇEKLER AÇACAKTIR...
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, 
biraz duraksa,
Neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve
Düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi 
ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, 
rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, 
zorlamaya gerek yoktur,
Olması gereken kendiliğinden olur!
İzlemene devam et, 
şahitlik güzeldir, 
hem olayın dışındasındır hem de içinde,
o bir dengedir, 
o anlamlıdır, 
şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş,
güzellik olanların içinden filizlenecektir
zorlamaya gerek yoktur, 
olması gereken kendiliğinden olur!..
Hayat üç-buçukla dört arasındadır. ..
Ya üç-buçuk atarsın, 
ya da dört dörtlük yaşarsın... 
NEYZEN TEVFİK