Beni telefonla aramış, Cenani Konağı'ndaki kitap etkinliğinde buluşmak üzere sözleşmiştik.Bundan sonraki hayatıyla ilgili kesin kararlar alma arefesindeydi. Mutluydu, aldığı kararları ve benimle paylaşmak istediklerini maddeler halinde sıraladı.Cenani Konağı'nı kaçırmamalıydım. Çünkü o'na sözüm vardı. Kent Konseyi'ndeki toplantıyı dahi öteledim. Saatler çakışabilir, Fevzi Günenç'e yetişemeyebilirdim.O bir Gaziantep büyüğüydü ve benim yanımda özel bir yeri vardı.Dünya kalabalığının içinde yapayalnız bir armada.Gazeteci, yazar, şair, çağının tanığı ve komplike bir kültür adamı.Yaşarken değerini bilemediğimiz, hep uzağında yaşadığımız, yitip gittikten sonra daha iyi anlayacağımız bir değer.Cemil Cahit Güzelbey, Hüseyin Bayaz, Abdullah Özer, Orhan Barlas, Adil Dai, Vahittin Bozgeyik, Fahri Anlaroğlu ve daha niceleri.Akan bir yıldız gibi birer birer ama sessiz, ama sakin, ama vakurlu duruşlarıyla hayatımızdan çekildiler.Fevzi Günenç denildiğinde aklıma Güner Samlı ve Hayri Balta gelir her zaman, bir de Ülkü Tamer.O kadar çok anı, o kadar çok yaşanmışlık var ki Fevzi Günenç'le.Etkinlikler, birlikte paylaştığımız meclisler, jüriler, ortak konferanslarımız, yazı serüvenimiz.Telefonla aradığı günden, yaşamını yitirdiği o sürece kadar hastane safhasını vefalı dost Nurettin Bozgeyik'ten edindim. Sonuç ortada.Fevzi Günenç'in ölümü bana Moskova'dan Vladivostok limanına kadar uzanan bir trende hayatını yapayalnız ve bir başına kaybeden Tolstoy'u hatırlattı."Ağaçlar ayakta ölür"dü nede olsa. Hele hele o bir çınarsa. Seni çok özleyeceğim sevgili arkadaşım.