Yedik mi kakeleri şöyle göl manzaralı evlerimizde.

Yedik!

Alışkın mı zaten millet yemeye, yutmaya, susmaya, içine içine kusmaya.

Alışkın!


Şaşırdık mı hiç?

Mahana Şahana.


Aldınız mı elinize çaylarınızı, kahvelerinizi varsa vakit iki dakikada yaptınız mı yağlı köftelerinizi, şöyle indirdiniz mi kendi çapınızda dilinizin şişliğini?

İndirdiniz.

Kendi çapınızda!

Söylemlerde destansı bir algının emsali görülmemiş versiyonları ile herkes adamlığın, insanlığın kitabını yazdı mı?

Yazdı.
İmzaladı.
Ve de dağıttı.

Sanallık çıktı çıkalı gerçeklik fos oldu mu?

Hem de en âlâsından.

Güya sevmediğimiz ama için için aşkından öldüğümüz, bulunca oturtacak yer bulamadığımız, genellikle kendi insanımızdan üstün tuttuğumuz adı Ayşe, Mehmet değil de John, Jessica olunca hayranlık duyduğumuz daha iyi iş yapar diye düşündüğümüz ama yeri gelince gavur yeri gelince hey dostum dediğimiz 'elin' batılısının icatları ile herkes milliyetçiliğin, memleket vatan aşkının narasını attı mı?
Hem de en afilisinden.

Kendi naramızı atacak bize ait özgün işler de olsun gayesi ile BİLİMSEL eylemlerde bulunalım derdi var mı hiç?

Yok!

Neden?

Vizyon eksikliğinden.
Üretmeyi unutmuş, tüketim odaklı bünyelerin çokluğundan.
Fikir sunmak yerine fikir çalarak, kopya işlere alışmış bir kitlenin fikir, çözüm üretememesinden, hazırcı ve kolaycı yaklaşımlarından.
Kolay para kazanmanın yıkıcı yaklaşımına alışmış kişilerin basiretsizliğinden.
Kim olduklarını, ne yaptıklarını çok iyi bildikleri hatalı insanların hatalarını yeterince söylemeyen hatta hiç ifade etmeyen bir kitlenin sürekli beklenti odaklı kısır ve korkak algılarından.
Bir ben ile mi olur yanlışından.
Ben bozmadım ki yapayım yaklaşımından.


Aaaa hiç katılmıyorum diyenlerin o şen seslerini, özgün işleri ve katkıda bulundukları değerlerle ve de özgür ifadeleri ile herhangi bir yerde göremiyorum ama.
Yok efendim!
Parti, balo, davet, festival, şölen, kutlama değil.
Halk dediğimiz kitlenin içinden bahsediyorum ben.
Bambaşka bir dünyanın yaratılmış paralel algılarından değil.

Sokaktaki adamdan esnaftan, pazardaki pazarcıdan alıcıdan, okuldaki öğretmenden çocuktan, üniversitedeki akademisyenden öğrenciden, hastanedeki hastadan doktordan, gerçek dünyadaki normal insanlardan...

Aklıma birden Maria Antoinette geldi.

Ne ayıp Fulya hocam, şehir yitik dedin, kral çıplak, kraldan çok kralcılardan çektik dedin, ne geliyorsa başımıza hep, müslüman olmadan önce insan olmayı becerememiş, ahlâk nedir içselleştirememiş, değer yargıları olmayan bağnaz ve sığ varlıkların kirli ve doyumsuz tavırlarından geliyor, dilinde, "Bismillah", "Allah-u ekber", "Elhamdülillah", elinde nefsi âlâ, başı secdede aklı ateşte ne abdest paklar ne cemaat dedin, aha işte tam yaramıza parmak bastın, kalemine sağlık söylemlerinden başka bir eylem gördün mü?

Teho teho...


Hepimiz okumuş, mürekkebi yalamış yutmuş, üstüne bir de unvanları sıralamış, bilmem kimlerden olma, bilmem nerelerden mezun, bilmem kaç ödüllü aydınlar değil miyiz?

Atatürkçü olmayı namaz kılmamak, alkol tüketmek ve de dekolte giyinmek sanan aydınlardan mı?

Namaz kılıp, umre yapmayı, cuma namazlarına gidip, kuran okumayı Atatürk düşmanı olmak sananlardan mı yoksa?

Yoksa dilinde bakara, elinde makara milletle oyun oynayanının, vatansever iyi bir siyasetçi olduğunu düşünen, en iyi pilotları bile kıskandıracak manevralar ile dönüş yapan hukukçuları hâlen oturtacak yer bulamayan aydınlardan mı?

Takımı giyip, markalarla döşeli bedenini her ortamın hak sahibi olarak görüp, işçisine emekçisine tepeden bakıp, burun kıvırıp bilimsellikten uzak, hali hazırda sahip olduğu öteden kalma varlığına yeni ve anlamlı hiçbirşey katamamış, aynı sığ düşüncelerle yaşamaktan rahatsız olmayan aydınlardan mı?

İnsan olmanın ayrımcılığı olmaz insan insandır doğrusunun karşısında elin Kürdü, elin Alevisi, elin doğulusu elin bilmem nesi söylemleri ile medeniyetin en üst noktasında olduğunu sanan aydınlardan mı?

Okuyup okuyup eylemsizlikten kırılan, körler sağırlar döngüsünde yüksek derece yapmış, hem onlardan hem bunlardan olan ikici aydınlardan mı ya da?

“İnsan, birlikte en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” der Jim Rohn.

Kimlerle vakit geçirirsiniz, hangi aydınlar ile iletişim kurarsınız ve gerçek bir aydın olmak için ne yaparsınız bilemem ama ortalamadan çakmamak ve çağı yakalayabilmek için ortamımıza dikkat edip, artık esas meselelere gelmemiz gerekiyor bir an önce.

Fikir beyan etmemiz, farklı bakış açıları geliştirmemiz, özgün ve farklı olmaktan korkmamamız, girişimci olmamız, önyargılarımızdan en çabuk bir şekilde kurtulup, anlayarak ve empati yaparak iletişim kurmamız, okumayı keyifli bir alışkanlık haline getirip, okuduklarımızdan hayatımıza da alışkanlık ve tutum katabilmemiz, ezberci yaklaşımlardan kurtulup, kültürel yapımızı geliştirmeyi bir sorumluluk haline getirmemiz, iyi olan şeyleri paylaşmamız, araştırma ve geliştirme becerilerimizi güçlendirmemiz, yapıcı eleştiri yapmayı ve kesinlikle en az bir yabancı dili öğrenmemiz gerekiyor.

Dünya İngilizce konuşuyor. Ve artık bu sıradan bir durum.

Evrensel değerler ile donanmamız ve insanlığı doğru yorumlamamız gerekiyor.

Aksi takdirde hep bir trajedi havasında, ağlanacak hallerimize histerik krizler geçirerek güldüğümüz trajikomik sahneler içinde rolleri değişerek belki, kaybolup gideriz.

Eyi olur zaar diye bir söylem var benim güzel memleketimde.
Milletin dilinde, yıllardır söylenen ama bir türlü eyi olduğunu göremediğimiz, gözümüzü kapamaya yarayan, içimizi ufak ufak serinleten ancak geçici olan bir söylem bu!

Eyi olması için zaar diyerek sadece beklemek ve de olasılıklara bırakmak olmaz hayatı.

Daha fazlası gerekir.

He bu arada Elon Musk uzaydan yüksek hızda (1Gbps) kablosuz internet sağlama amacı olan Starlink projesine dair ilk tweet'i Starlink uydusu aracılığıyla iki gün önce paylaştı.

Ne diym.

Eyi olur zaar.