Uzman öğrencilerin eğitime katkılarını birbirinden ayıran metod öğrencilerin eğitim serüvenine bir engel değildir. Bakış açılarından kaynaklanan eğitime bilimsel ve sanatsal yaklaşımlar öğrenme ve öğretme metodunu birbirinden farklı kılıyor. Peki eğitimde bilim mi yoksa sanat mı üstün?

Eğitim bir bilim olduğu kadarda sanattır aynı zamanda. Eğitim de sanatla bilim arasında farklılıklar olsa da , karşıtlık yoktur. Mühendisliğin pratikte sanat olmakla beraber, teorikte bilimin rehberliğine ihtiyaç duyması, bilim-sanat ilişkisinin birbirini tamamlayan ilişkisinin ispatıdır. Bilim kişilerin yaratıcılığı için bir engel değildir.

Ya da kişilerin birbirinden farklılığı bilimi yok sayıp sanatsal olarak kendilerini ön plana çıkartmaktan geçmez, aksine bilime sanatsal katkılarından kaynaklanır. Aynı durum eğitimde de geçerlidir. Eğitim deneyselden bilimsele geçiş dönemindedir. Deneysel kısmı yani taktiksel yeniden üretim-yetenek gibi şeylerdir. Yani şu anki sistemimizde öğretmenler geçmişte denenmiş başarıyla sonuçlanmış metodu kullanma, taklit etme eğitimi vardır.

Eğitimimizdeki başarı ise sağlıklı bir sınıf düzeni, öğrencinin ezberden ders anlatabilmesi ne yazıkki anlık başarı kapasitesiyle ölçülür. Bunun sebebi, toplum bu unsurlarla uzman öğrencisinin değerine karar veriyor, bu da eğitimcilerin sanata sırtını dönerek tekdüze öğretim şekillene devam ederek, aynı zamanda bilimden de uzaklaşmaya da itiyor. Yeni yetişen öğretmenler empoze edilen bu düşünce ile başarılı olmak için seri üretime geçen metodlarla sahasına çıkarak, kendine özgü yönteminden uzak taktiksel yönetimleriyle topluma kendine benimsetmekten geçtiğine inanılıyor: Bu tür eğitimciler, bilime verdikleri önemden çok uyguladıkları prosedürlerin altındaonay aramaları amacı yatıyor. Bilim amacı dışında kullanılıyor, yol gösterici yeni yetişen uzman öğeticilere yön vermek adına değil, başarının garanti olarak görünmesiyle ve ardından prestijli olduğu için bilime değer veriliyor. Uygulanan prosedür sınıf ortamında sorgulanamaz otorite sağlıyor. İşte algılarda bilimi bu yaklaşımlardan ötürü sanata karşıt olma görüşünü doğuruyor.

Eğitime bilimsel ve sanatsal faktörlerle yaklaştığımızda yararlanılan disiplinlerin içinde psikoloji ve sosyolojinin çok özel yeri olduğu ortaya çıkar yani eğitim psikolojisi “öğrenciler nasıl öğrenir” sorusuyla ilgilenirken, eğitim sosyolojisi “ne öğrenmeli” sorusu ile ilgilenir.Birbiri ile keskin ayrımlar oluşturmaktan çok dengelemek verimli sonuçları garantileyecektir. Çünkü ne öğrendiğimiz ve nasıl öğrendiğimiz arasında keskin bir ayrımda bulunursak öğrenme sürecini psikolojiye, konuyu da sosyal bilimlere bırakınca hem teorik (bilimsel), hem pratik (sanatsal) tehlike ortaya çıkar. Örneğin çarpım tablosu sunulan sisteme göre sayılar bilgisinin öğretimi adına sosyal ihtiyaç olduğunu kabul ediyor tüm matematikçiler. Ama eğer öğrencinin nasıl daha etkin öğreneceği sorusu empoze edilir, metodlarda bu şekilde düzenlenirse uyglanan sistem başarılı olacaktır. Kişinin işlem yeteneği gelişebilir. Fakat iyi bir matematik zevki gelişmeyebilir bu da ne öğrendiği sorusundan çok nasıl öğrendiği sorusuyla bağlantılıdır. Nasıl öğrendiği sorusu gelecekteki kişisel gelişimi etkilediği ve ilgi alanlarını belirlediği unutulmamalıdır.