İlköğretim öğrencilerine(Antep Savunması Öyküleri)Antep nasıl gazi oldu ?Sanki yağmur dindi.Ortalık Cennet bahçesi!Ben yürümüyorum,bir sonsuzluğa koşuyorum.Koşuyorum etimle,tırnağımla,yumruğumla düşman üstüne,koşuyorum vicdanım,onurum,sözüm,ölümden korkusuzluğumla düşman üstüne…Sanki hava açıyor birden. Gökyüzü ferahlıyor güneşleniyor, hâleleniyor*.Bu ânı, bu yolu, hiç unutmayacağım.Kaç yıl geçti aradan hâlâ o yolun güzelliğini anımsıyorum!Ölülere zaman yoktur.Bir saniyeleri on bin, yüz bin yıl gibi, on bin yüz bin yılları bir saniye gibi geçer!Yani sonsuzluk,yani hiçlik…gibi.Aslında o an ölümü de düşünmüyordum. Ne düşündüğümü bilmiyordum. İçimde ince bir sızı vardı yalnız; ince ve acı bir sızı.Şoseye doğru götürüyor beni ayaklarım. Ben gitmiyorum yol bana geliyor, düşman bana geliyor. Gözümün önünden oğlum geçiyor, gözümün önünde bayrağım dalgalanıyor, Mustafa Kemal gülümsüyor çatık kaşlarıyla…Beynimde yemin edip yeminden dönenlere öfke, kızgınlık, hırs ,hatta kinim var. Yüreğim ölenlere acıyla dolu,saygıyla dolu…Biliyorum ben öyle yapamazdım, söz vermiştim, söz namus demekti, başkalarının yüzüne nasıl bakardım, düşman Antep’e girerse ben nasıl yaşardım .Söz vermiştim sözümü tutmam gerekirdi,Hâlelenmek : Ağıllanmak,Ayın çevresinde ışık halkası oluşmak insanların,insan olanın verdiği sözü tutması gerekirdi.birilerinin erdemi*, namusu, şerefi, bayrağı göndere çekmesi gerekirdi.Tabancamda kurşunlarım bitmişti. Çarpışarak ölmeyi isterdimTüfeğimi vurup yere çalmıştım, kurşunum bitmişti, silâhım yoktu, kılıcım yoktu,yumruğum , hırsım, söz vermişliğim ve şerefim vardı…İşte önümde binlerce Fransız askeri cafcaflı giysileriyle bana bakıyorlar,şaşkın,gülümseyişli,anlamamış! Ah! Yiğitlerim kaçmasaydınız da vuruşa vuruşa geri çekilip, Balaban Boğazında bir daha kapışsaydık düşmanla...Ah! Yiğitlerim! Şimdi çok olsaydık!Tüfeklerin bana doğrulduğunu gördüm.Yüzlerce…"Ne tirez pas!”(Ateş etmeyin!”) gibi sesler duydum,ne olduğunu anlamadım. Koşuyorum düşman üstüne, şoseye doğru, tüfeğim, tabancam yok, yumruklarımı sıkmışım,dişlerim kenetli , beynimde sessiz bir uğultu,sessizliğin sesi gibi… Birşeyler beni kendine doğru çekiyor…“C’est fou, C’est dingue!”(Çılgın bu, delinin teki) anlamadığım sözler duyuyorum..Anlamsız,anlamıyorum… koşuyorum Karmakarışık bir kalabalık gibi bişeyler görüyorum belki hiçbir şey görmüyorum...Ayaklarım beni bir yerlere götürüyor. Dişlerimle, ellerimle, yumruğumla parçalamak, durdurmak istiyorum düşmancıkları…Uzak durun Antep’imden!Giremezsiniz oraya! Orda benim analarım, bacılarım, kardeşlerim, ihtiyarlarım, gençlerim, bebelerim, yavrularım var!.Erdem : Fazilet. Ahlakın övdüğü iyilikçilik,alçgönüllülük,yiğitlik,doğruluk vb. gibi niteliklerin genel adı.Ruhsal olgunluk. Oraya benim namus,onur,yiğit sözüm var!Giremezsiniz ,cesedi mi çiğnemeden asla!diye geçiyor beynimin giz köşelerinden, bilinmez kıvrımlarından... Bir süngünün parladığını gördüm.Güneş gibi,ay gibi...pırıl pırıl. Karnımda bir acı duydum, aldırmadım, yürüdüm sendeledim, düştüm mü uçuyor muyum .kanatlanıyor muyum bilmiyorum…Yerde kendi kanımı gördüm, kanım dalga dalga yayılıp bir bayrak gibi açıldı. Üstünde ay ve yıldız gördüm...Kan denizinde yüzdüm.Kulaç attım ölüm sularında Tanrıya doğru… Sonra kanlı bir süngünün yaklaştığını hissettim. Sağ kulağımın arkasına saplandığını ve kemiklerimin kıtırtısını duydum, gözlerimde ölüm sevinci ,düşmana gururla baktım! Sonra apak bir dünyaya havalandım. Bulutumsu bir güzellik sardı dört bir yanımı. Aşağıda bir beden yatıyordu, kendimi tanıdım. Onu bir kenara itiyorlar çizmeli ayaklarıyla. Elmalı Köprüsünü görüyorum. Hava mavi ve bulutlar bembeyaz büyüyor,genişliyor her yan bulut ,bulut,bulut.. . Mustafa Kemal’in ellerini görüyorum,kocaman tüm ülkemi kavramış ellerini,ellerinden öpüyorum,o mübarek,kutsal ellerinden. Alnımda ılık soluğunu duyuyorum Mustafa Kemal’in.Aşağıda kanlar içindeki beden Mehmet Sait’ti. Ben Şahin’dim göklerde uçan. Ben bulutlara binmiştim, oğlum el ediyor uzaklardan, eşim ağlıyor gururla, hemşehrilerim ululuyorlar beni, ağıtlar duyuyorum. Taştan, demirden, çelikten, mermerden heykeller görüyorum. Garip, rüya gibi her şey, ilâhiler, türküler dualar yükseliyor, sonsuzluğun müziğini duyuyorum,bir mekândan başka bir mekâna yükseliyorum... Ben yanmazsam, sen yanmazsan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa ?diye bir türkü tutturmuşum... Sonsuzluğa söylenen bîr türkü.. Ben erişilmezliğe otağ kurmuşum!”