İlköğretim öğrencilerine (Antep Savunması Öyküleri)

Antep nasıl gazi oldu ?

Birkaç korkak, siperlerini terk ederek kaçmaya başladı.Fransız kurşunundan hızlı kaçarsan,tabii ki Fransız kurşunu değmez adama!

Yetişemez ki!!!

Az önce yemin edenler miydi bunlar, bilmiyorum, ama sürüyü bozan keçiler* oldukları kesin, onları gören öteki çeteler de siperlerinden çıkıp...

Ah dilim varmıyor,’ kaçıyorlar!’ demeye. Demek ki ölüm korkusu ne yemin dinliyor ne din, ne şeref! En azından bazıları için…

Değirmene koştum. İçimde ,ruhumun derinliklerinde, gemsiz bir hırs! Atımı istedim. İstedim ki sol kanada yetişip kaçanları durdurayım, yüreklendireyim, cesaretlendireyim, yeminlerini hatırlatayım.

”Atı,komutanım, atı gece Dohurcum Köyüne göndermiştik ya!”

“Hay aksi! Sökün çabuk şu beygirin semerini...”

Atladım beygire. Değirmen harkının kuzeyine dehledim. Düşman gördü, şiddetli bir makineli kurşunu yağmuruna tutuldum. Çok görmüştüm bunları Çanakkale’de, şurda, burda…

Bu zamana kadar da düşman değirmenin arkasındaki tepeyi tutmuştu. Suyun kuzeyine geçtim.

Beni gene gördüler. Gene bir kurşun yağmuru.

Ovada makineli tüfek ateşiyle vurulup ölmüş çeteler serilmiş yatıyor, boylu boyunca, kıvrılmış ,gözleri açık,ağızlar yarım kalmış çığlıklı,yüz ,göz, beden kan kan kan… Değirmendeki erzakçılar ve cephaneciler de kaçıp gitmişler.Beygirim ürktü. Nasıl ürkmesin ki sakin sakin, sessizlikte, düz ovada otlamaktan başka bişey bilmeyen beygirimin bu silâh seslerine bu kadar dayanması bile ölümcül bir mucize !

*Sürüyü bozan keçi olmak: İlk kötü kışkırtıcı örnek olmak

ÖLÜME BİR KALA

Kurşunlar sağına soluna, çatır çutur, vızır vızır geldikçe kımıldamaz oldu beygirim.

“Deh bre! yürü bre! Ulan yürü de düşman üstüne yürü, silâhın üstüne, topun, tüfeğin, makinalının, kurşunun üstüne, yeter ki yürü be!

Yürümez.Beygir değil katır sanki!”

Teğmen Ali Nadi yanıma sürünerek gelebildi.

“Şahin Bey! Artık duracak, direnecek vakit kalmadı, çekilelim.” diye seslendi az öteden.

Duydum.

O sürünerek çekiliyordu

Ama benim içimde tanrısal sesler yükseliyor! Kulaklarım göklerden gelen başka garip seslerle uğulduyor! Ne top, ne tüfek ne makinalı, ne insan sesi duymuyorum! Beygirden attım kendimi aşağıya. Gözümün önüne dünkü heyet gelip geçti.kulaklarımda sesleri uğulduyor:

“Akşama kadar, akşama...”

Beynimde,yüreğimde,ruhumun en derin kuyularında,onurumun,çocuğuma,aileme,kentime,yurduma olan sevginin en duyarlı noktasında,yaşama içgüdümün en kılcal damarlarında bir ses,bir söz yankılanıyor durmadan,sağır edercesine…bir söz…

Düşman cesedimi çiğnemeden asla!...”

Koşuyorum,sanki ben gitmiyorum, ayaklarım beni uçarcasına götürüyor düşman üstüne,şoseye doğru…Gözlerimin önünde çocuklarım, karım, arkadaşlar, yoldaşlar, Mustafa Kemal … Anılarımda Çanakkale ...Kurşunlar vızır vızırdı önceleri duymuyordum. Sadece bir söz,bir sözle uğulduyor kulaklarım,beynim,benliğim…

“Düşman cesedimi çiğnemeden asla!”

Ama ben düşmana yaklaştıkça ,düşman bana yaklaştıkça kesildi kurşunlar.