AKP iktidarının bugüne kadar hep iç politikadaki çalışmalarına dair değerlendirmeler yapmaya çalıştık. Ancak dışarıda olup bitenin içeriye etkileri ve gündemde tuttuğu yer genişleyince/artınca oraya bakmak, bir şeyler söylemek durumu çıktı ortaya. İlk dönemde Dışişleri Bakanlığını yürüten Abdullah Gül ve Ali Babacan?nın -daha çok- AB süreciyle ilgili çalışmalarına tanıklık ettik. Ancak 1 Mayıs 2009?da meclis ve kabine dışından bir isim olan felsefe profesörü Ahmet Davutoğlu?nun dışişlerinin dümenine geçmesiyle dış siyasetimizde bugüne kadar görülmedik bir hareketlik yaşandı/yaşanıyor. Öncelikle Ahmet Davutoğlu?nun komşularla ?sıfır sorun? şiarıyla başlattığı dış politika hareketliliği içerde medya ve sivil toplum örgütlerindeki tartışmalar üzerinden karşılığını buldu sanki? Çünkü Türkiye toplumu, tarihinde hiç olmadığı kadar dış politika konuşuyor. Bu durum; dışa açılmanın, dünyayla bütünleşmenin, küreselleşmeyle birlikte bir ülkenin sorununun artık diğer bir ülkenin de sorunu haline gelmesinin bir sonucu değil sadece... Dış politikanın Türkiye toplumunda bu denli tartışılmasının bir nedeni de demokratikleşme ve açılım süreciyle birlikte birçok ?tabu?nun konuşulabilir ve tartışılabilirliği ile de ilişkili? Eskiden dış politika, sadece askerler, dışişleri bürokratları ve hükümetler tarafından toplumdan habersiz ve bağımsız bir şekilde yürütülürken, artık Ankara eskisi kadar özgür değil. Şimdi dış politikanın belirlenmesinde belirli toplumsal dinamikler de etkili oluyor. Çünkü onaylamadığı bir dış politika hamlesine muhalefet edenler, medya ve STK?lar üzerinden büyük tepki veriyor. Ve hükümetler, dış politikaları yüzünden iç politikada sıkışıyor? Son günlerde Filistin sorununa karşı artan duyarlılık, Gazze?ye yardım götüren Mavi Marmara Gemisi?ne İsrail saldırısı, İsrail?le kopma noktasına gelen ilişkiler, dış politikadaki eksen kayması tartışmaları, İran?ın nükleer sorununda Türkiye?nin arabuluculuğu ve BM Güvenlik Konseyi?nde İran?a destek yüzünden Amerika ve AB?yle yaşanan gerilimler, Toronto?da Obama-Erdoğan görüşmesi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile İsrailli bakan Ben Eliezer?in Brüksel?de gizli buluşması gibi dış politikadaki bu hareketlilik, iç politikadaki ?şiddetli ve kanlı? gündemle paralel olarak gündemin merkezine yerleşmiş durumda. Ancak bu bilindik durumlar dışında, kamuoyunda kendine fazla yer bulamayan/buldurulmayan ve bu yazının kaleme alınmasına neden olan asıl olaydan başlamak, yukarıda söylediklerimizin ve aşağıda (özellikle bu yazının ikinci bölümünde) söyleyeceklerimizin anlaşılmasına katkı sunacaktır: Geçen haftalarda Suriye ve Filistin?de Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat, Hamas lideri Halid Meşaal ve Hizbullah lideri Hasan Nersruallah?ı aynı karede gösteren afiş, poster ve el ilanları dağıtıldı. Ancak, bir süre sonra Türkiye Dışişleri?nin ve Suriye Büyükelçisi?nin müdahalesi ile bu afiş, poster ve el ilanlarının dağıtımı Suriye?de yasaklandı. Gözlerimizin önünde bu afiş ve posterleri canlandıralım: Bir tarafta resmi devlet başkanları, diğer tarafta stratejik ortak dediğiniz ABD ve Ortadoğu?daki ?kim ne derse desin, hangi olay yaşanırsa yaşansın- en önemli müttefikiniz olan İsrail?in terör örgütü olarak ilan ettiği örgütlerin liderleri? ?Devletlerin dostları yoktur, çıkarları vardır.? ?Kullanılan dil yumuşak ve nazik olmalı, en uç durumlarda bile açık kapı bırakmalıdır.? Bunlar, devletlerarası ilişkilerin iki temel prensibi olarak kabul edilir. Bunlara uymayan dış politika çıkışları; duygusal, fevri, akıl dozu az ve sonuçta zararlı ve tehlikelidir. Bazı sorunlara duyarlı olmak başkadır, duygusal olmak başka? İsrail ve ABD ile ilişkilerin gerilmesinin/kötüleşmesinin nedeni bu prensiplerin çiğnenmesidir. Bu noktada AKP iktidarının dış politikalarına yöneltilecek sorular çok basit ve açıktır: Bir: İsrail ve ABD?nin dostluğu Türkiye için Hamas, Hizbullah ve İran?ın dostluğundan daha az mı değerlidir? İki: Hamas?a arka çıkarak İsrail ile, İran?a arka çıkarak ABD ile özel ilişkileri kaybetmek veya tehlikeye sokmak ne kadar ülke çıkarına ve akla uygundur? Üç: Türkiye pekâlâ ABD ve İsrail?i karşısına almayarak da Hamas?a yardım edebilir, İran ile dostane ilişkilerini sürdüremez mi? Her iki konuda da Sayın Erdoğan?ın duygusallığı ve ?kendi kendini dolduruşa getirme yeteneği? ve Dışişleri Bakanı?nın ?Kissinger kompleksi? yüzünden hata yapıldığı aşikârdır. Afişe edilerek posterleri asılıp el ilanları dağıtılmış, buram buram ?İslam romantizmi? kokan bir çalışmadan sonra Sayın Başbakan ve ulemasının, Kürt Sorunu?ndan kaynaklı yeniden şiddetin alevlenmesinin kabahatini -isim vermeden de olsa- İsrail ve ABD?ye yüklemeye çalışmasının inandırıcılığı olabilir mi? İran?a nükleer tesis ve silahlarla ilgili verdiğiniz destekle ve Mehmet Akif Ersoy?un ?Türk, Arapsız yaşayamaz; kim ki ?yaşar? der, delidir.? dizelerini dillendirmekle bir anda kendinizi ?eksen kayması? tartışmalarının içerisinde bulmanızın neresi tuhaf acaba? Ayrıca Arap ülkelerinin sokaklarında kahraman olmanız egonuzu şişirebilir; ama bu Türkiye?ye/bizlere ne kazandırır?..