Küller altında bir kent, evlerde zerdali çekirdeklerine kadar tüketilmiş bir hayat. Taş kaynatarak savaşmış ve savaş bitmişti. Tüm gücü tükenmiş bir vaziyette Antep direnişi son bulmuştu.
Savaştan sonra tüm yaralar sarılmış memleket onarılmış, binalar şenlendirilmiş, sanayi atılımlar yapılmış, tezgâhlar işlemiş bacalar tütmüştü.
Her mahallede fırınlar yeniden açılmış, sofralara taştan yumuşak ne varsa, damak neyi özlemişse seriliyordu.
Antep Kadınları, yokluk yıllarının verdiği ızdırabı birer birer iyileştiriyor, her bir evden nefis kokular yayılıyor adeta damak bayramı yaşanıyordu o güzelim şehirde.

Antepli Kadınlar, önce savaşta tarih yazdı sonra mutfakta.

Onlar damak profesörleridir.

Onlar bir patlıcanla onlarca yemek türeten yaradılıştan gurme idiler.

Bayıla bayıla yediğimiz imambayıldılar, patlıcan kebapları, lahmacunlar, tavalar, yuvarlamalar, dolmalar, kurutmalıklar, börekler, sebze yemekleri, malhıtalı köftesi, yağlı köftesi, ekşili ufak köftesi, keme kebabı, yenidünya kebabı, analı kızlısı, soğan kebabı, sarımsak kebabı, baklavalar, künefeler, tatlılar derken her güne bir yemek sığdırmış yüzlerce yemek çeşidine Antep imzası atmışlardı.
Değil mi ki gurbete gidenlerin en çok özlediğidir damağına değecek bir Antep yemeği.
Her yemeğinde sanat eseri vardır kadınlarımızın, basit bir çorbasında bile damak bayramı yaşatırlar bizlere.
Yokluk yıllarından Halil İbrahim sofralarına uzanan bu damak hikâyesi tüm dünyaya örnek olmalıdır.
Ve her bir Antep Kadını Damak Profesörü olarak anılmalıdır.
Ağzınız sulandı dimi? Kimin sulanmaz ki?
Ağzı sulananlar adına O Profesyonel Damak Profesörlerine Sonsuz Teşekkürler.
İyi ki varsınız Antep Kadınları.