Türkiyenin önünde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Türkiye bu zamana kadar Cumhurbaşkanını Cumhurun seçerek parlamentoya gönderdiği o üyeler vasıtasıyla seçiyordu.

Ancak Türkiye bu zamana kadar gelenekselleşmiş yöntemleri ve alışagelen kalıpları bir taraf ederek, Cumhura başkanlık edecek kişiyi belirlerken, cumhurun bizzat tayin edeceği bir yolu benimsedi.

Ülkenin 12 yıldan bu yana sürüklendiği kargaşa ve kaos ortamını istikrar diye yutturanlar, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile yeni bir belirsizlik dehlizine kapı aralıyorlar.

R.Tayyip Erdoğanın yasama ve yürütmeden sonra, siyasal erkin iradesine teslim olacak yargı sistemi ile giderek totaliterleşen birara rejimi demokrasi olarak cilalaması, ancak geri kalmış ülkelerin acemi demokrasi deneyimlerinin başarısızlığıyla karşılık bulabilir.

Zira giderek tek adam sultası haline gelen, kör ve topal bırakılmış demokrasi, Türkiyeyi uygar dünyadan uzaklaştıracak, saygınlık ve prestij parabilitesini ise hızla düşürecektir.

Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıktan sonra Başbakanlık sistemine geçeceğini ilan eden R.Tayyip Erdoğan bütün yetkiyi tek elde toplayacak tek adamcı bir yapılanmanın da hayali içinde.

Cumhurbaşkanlığından Başkanlığa geçiş yeni bir rejim biçimine avdet, devletin ise yeniden dizayn edilmesi demektir.

R.Tayyip Erdoğanın olası bir seçim zaferi, devleti ve rejimi yeniden tartışacak ve ciddi bir kargaşanın da fitilini ateşleyecektir.

Doğu ve Güneydoğu coğrafyamızda devletin kendi egemenliğini terör örgütünün iradesine bıraktığı aleniyet kazanmış. Kamu hakimiyeti yok edilerek, vatan toprakları üzerinde yaşayan yurttaş kitlesiyle birlikte sokağın merhametine terk edilmiştir.

Washington - Brüksel tandanslı ve AKP Merkezli Açılım (Çözüm Paketi) aslında BDPnin özerk Kürdistan ihdasıyla birebir örtüşmektedir.

Kaldı ki, Öcalan - Erdoğan flörtü bu ikiliyi dillerine pelesenk olan statükocu ve veseyatçi rejimden intikam alma yemininde buluşturmuştur.

Bu manada R.Tayyip Erdoğanın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması demek, ayrışmayı ve kutuplaşmayı daha da güçlendirecek, Başkanlıkla Türkiye ciddi bir rejim ve devlet kriziyle karşı karşıya olacak. Eyalet ve özerkleşmenin maddi alt yapısı parçalanmayı ve ayrışmayı ise hızlandıracaktır.

Milletlerararası diplomasi sınavında duvara toslayan AKP ve R.Tayyip Erdoğan siyaseti, ABD Başkanı Barack Obamanın telefonlarına çıkmadığı, Batının tiye aldığı bir gerçek iken, Prens Mahdumla, Faho ailesinin dostluğu ise emsal tanımayan bu bönlüğün başarısı olmuştur.

Bu açıdan 10 Ağustosta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, rejimi ve devlet yapısı oturmuş bir ülkenin sembol makamlarından birine yapılacak sıradan bir tayinden öte anlamlar taşımaktadır.

Parlamentoyu etkisiz kılarak aslında demokrasiyi etkisiz kılmak isteyen despotik bir anlayışın, yetkinin tek elde toplanmasıyla demokrasinin daha da güçleneceğini beyan etmesi, güçlü bir demokrasi geçmişiyle şekilde tebessüme gark etmektedir.

Demokrasi ve toplum ilişkisi analiz edildiğinde görünür olan; Monarşi ve oligarşilerde fiili iktidar, demokratik Cumhuriyetlerde ise hukuki iktidarlar işbaşında olduğudur. Bu bağlamda monarşik rejimlerde ve oligarşilerde dayatma ve ceberrutluk, demokratik cumhuriyette ise hak ve hürriyetler olacaktır.

Jean Jacques Rousseau; Seçilen yöneticiler kısa bir zaman sonra örgütlendiler, toplumu tahakkümleri altına alarak sözleşme şartlarını ihlal etmek suretiyle hakimiyeti ele geçirdiler ve halka vasi oldular. Şu halde toplumda dağınıklıktan kurtularak örgütlenmeli ve sözleşmeyi ihlal ederek zorbalık yapan bu zümreyi tasfiye ederek, hakimiyetini yeniden ele almalıdır diyor.