"Barış" ya da "çözüm" süreci adıyla topluma pompalanan genel teslimiyetin hayatı kuşatan manzarasına hep birlikte bakmayı deneyelim. Türk Ordusu Doğu Anadolu'dan çekilmiş, kalan kısmı ise kışlada hapsedilmiş. Etkisizleşen silahlı kuvvetlerin varlığı bir konu mankeninden öte bir anlam taşımıyor (1) Çekildiler, çekiliyorlar, silahlarını bırakıp gidecekler denilen militanların çekilmediği, alan savunması pozisyonu aldığı artık bir sır değil (2) Örgüt öylesine pervasızlaşmış ki, silahlı birlikler üniformaları ve mühimmatlarıyla "Yayla Şenlikleri"ne katılabiliyor, etkinliğin güvenliğini sağlamakta kendini vazifeli sayabiliyor. (3) Hayatını kaybeden militanlar dağdan, flamalar, sloganlar ve tören yürüyüşüyle, halkla birlikte define iştirak edebiliyor. (4) Kendisini "Kürdistan polisi" ilan edenler güpegündüz yol kesip, kimlik kontrölü yapabiliyor. (5) Bütün bunlar olurken, devlet yok hükmünde. Bunun karşısında "devlet yoksa biz varız" diyenler ise devletçilik oynuyor. Ölen militanlar için şehitlikler oluşturulmuş, çift dilli hayat hızla üniter yapıdan kendini soyutlayan bir sürece doğru ilerliyor (6) Devlet yine yok. Eşyanın tabiatı gereği, bir boşluk oluşmuşsa o boşluk birileri tarafından, öyle ya da böyle doldurulacaktır. Doldurulmuş da, Türk topraklarında iki ayrı devlet, iki ayrı dil, iki ayrı meşrep, iki ayrı millet, iki ayrı Başkent, iki ayrı hakimiyet alanı oluşmuş. Türk ordusunun ve Türk milletinin cephede kazandığı terörle mücadele savaşı, Amerikan'nın emri gereği AKP eliyle masada yenilgiye ve teslimiyete dönüşmüş. Bu ihanet değilde nedir ? Bunun hesabı sorulmazda ne olur? Hükümet devlete yön veren siyasi mekanizma. Devlet buhar olup uçmadı ya. "Şehit cenazeleri gelmiyor işte. Daha ne istiyorsunuz ? Kan mı aksın yani" diyenlerin pişkinliği dudak uçuklatıyor. Terör örgütü yüzünüze işiyor, siz ısrarla yağmur yağıyor zannediyorsunuz, buna da çok şükür diyorsunuz. Türk milletinin bu duruma artık ne yüreğinde sabır, ne de torbasında sözü kaldı. Bilesiniz...