Ermeni sorunu?
Kürt sorunu?
Kıbrıs sorunu? Bu yapısal sorunların oluşturduğu problemler çözülmeden bu ülkedeki toplumun siyasi-ekonomik; hatta psikolojik refaha kavuşması mümkün görünmüyor. Neden çözülmüyor/çözülemiyor bu sorunlar peki?.. Her yıl mart, nisan ayında bilmem hangi ülkenin temsilciler komisyonunda ya da meclisinde Ermeniler ile aramızdaki problemlere dair birtakım kararlar alınmaya çalışılıyor. Durduğumuz yerde ülke gündemi bol gollü bir maç havasında bu oyuna kurban ediliyor. Ne oldu, sorun çözüldü mü?
Yeni kıtadaki Ermeni oylamasına karşılık tepkimizi yumuşatmak adına eski kıtada Kürt sorununun bir sonucu olarak var olan legal/illegal kurum ve kişilere yönelik Belçika merkezli olduğu anlaşılan PKK operasyonları gündeme geliyor, ağzımıza bir parmak bal sürme gayretkeşliğine tanıklık ediyoruz.
Yavru vatan Kıbrıs, seçimlere hazırlanırken yine ülke gündemini meşgul ediyor olabildiğince. 2004 yılındaki Annan Planı üzerinden yürütülen tartışmaları hatırlasanıza? Bütün gündem oraya kilitlendiği halde, AKP iktidarı da sorunu çözmek adına oldukça istekli olduğu halde bir türlü aşılamamıştı var olan statüko?
Belki de AKP iktidarının hem iyi hem kötü yanı bu oldu, önceki hükümetlere göre. Çünkü önceki hükümetlerin statükoyla olan çok yönlü ilişkileri, onların bu yapısal problemleri çözmektense günlük, popülist birtakım uygulamalarla kendi dönemlerini tabiri caizse ?geçiştirip? siyaset sahnesinden çekildiler. Bu memlekette neredeyse elli yıldır aktif siyaset yapan, bilmem kaç defa başbakan olan ve cumhurbaşkanlığı mertebesine de erişen Sayın Süleyman Demirel, yakın dönem söyleşilerinin birinde ?Türkiye?yi yönetemezsiniz; ancak idare edebilirsiniz.? tespitinde bulundu. ?Hükümet olmak; ama iktidar olamamak? belirlemesinin en yukarıları görüp yaşamış biri tarafından itirafıdır bu söz aynı zamanda.
AKP iktidarı, bu yapısal sorunların tamamına el attı. Her üç problemde de çözüm adına iddialı sözlerle gündem oluşturup hem iç, hem dış dinamiklerin desteğini de belirli oranlarda sağladı. Belli bir yolu da adımladı. Ancak, çözümün olgunlaşmaya başladığı evrelerde anlaşılmaz biçimde geri çekildi.
Hatırlayın, Annan Planı üzerinden Kıbrıs sorununun nihaiyi çözümü adına önemli işler yapıldı. İkili, dörtlü birçok görüşme yapıldı; hatta referanduma sunulmuştu mevcut plan. Olmadı lakin. Sonrasında hem Kıbrıs?taki Denktaş grubunun başını çektiği statükocu çevreler, hem de buradakilerin sert muhalefeti ile geri adım atıldı; hatta sorunu çözme iddiası rafa kaldırıldı.
Ermenistan ile karşılıklı sıcak mesajlar yayınlandı. Sayın Abdullah Gül, Ermenistan?a maça dahi gitti. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu?nun ?komşularla sıfır problem? adıyla gündemleştirip pratikleştirdiği çabalar sonucunda oldukça ileri bir adım sayılabilecek olan bir de protokol imzalandı Ermenistan?la. Geçmişin yaralarını sarmak/onarmak, Hrant Dink gibi ?halkların barış ve huzur içinde kardeşçe bir arada yaşamasından başka bir rüyası olmayan? Ermeni yurttaşlarımızın gönlüne su serpmek açısından da önemliydi bu protokol. Ama gelin görün ki bu protokolün devamı getirilemedi. Osmanlı?dan devraldığımız bu yapısal sorun da çözümsüzlüğüyle kaldı.
Ve nihayetinde Kürt sorunu? Birkaç yıl öncesine kadar bu sorunu, bu adla dillendirmek dahi mümkün değildi. Ancak, gelinen noktada en azından sorunun belirli noktalarda tartışılabilmesinin önü açıldı. Devamında AKP iktidarı, ?Kürt açılımı? adıyla sorunu çözme iddiasını kamuoyuyla paylaştı. ?Kürt? sözcüğüne alerjisi olan malum çevrelerin tepkisi üzerine ?Demokratik açılım?, daha sonra da ?Milli Birlik Projesi? adıyla hedefinden oldukça saptı.
Sonuç itibariyle AKP iktidarı, ?yapısal problemlerin çözümü? dersinden sınıfta kaldı. Vize sınavlarında iyi sonuçlar alıp finallerde çaktı. Bu mevcut yapısal problemlerini çözememiş bir Türkiye siyasal-ekonomik istikrarını sağlayamadığı gibi demokratikleşme ve toplumsal barış adına da özlenen Türkiye olamaz. Yapısal problemler, yönetimsel ve sistemsel problemlerin de önündeki en büyük engeldir. Türkiye?nin eğitim, sağlık gibi sistemsel problemleri ile işsizlik/istihdam gibi ekonomik yönetimsel problemlerinin çözümü de mümkün görünmemektedir.
Son dönemdeki ?dünyanın yirmi büyük ekonomisinden biri? safsatasının kapitalist sistemin son on yılda geçirdiği iki büyük ekonomik kriz sonucunda daralan/küçülen dünya ekonomik aktörlerinden kaynaklandığı da göz ardı etmemek gerekir. Yoksa daha önce buna benzer yaşadığımız birçok yanılsamanın, kendimizi dev aynasında görme hastalığımızın bizlere nelere mallolduğunu hepimiz biliyoruz. Bu haftaki kitap önerimiz 28 Şubat sürecinde YAŞ kararlarıyla son bulan Deniz Kuvvetleri?ndeki 15 yılın hikâyesini içeren bir anı kitap: İki Darbe Arasında, İskender Pala, Kapı Yayınları?