Her şey sevmekle başlar. İnsan ancak sevince sevileni sahiplenme duygusuyla tanışır. Sahiplendiği zaman ise içgüdüsel dürtüleri gelişir ve sahiplenilen muhafaza altında tutulur.
Bu saptama kişinin sadece kendi iç âlemi ve duygusal yoğunluğuyla ilgili olan bölüme aittir.
Sevgi denen bu sonsuzluk içinde boğulmadan yüzebilmek için atacağınız kulaçların sağlam ve ritmik olması şart.
Buradaki sonsuzluk kavramı eğer hayatın ta kendisi ise, içgüdüsel sevginin yoğunlaşmış ruh haline, altı doldurulmuş mutlak bir zemin gerekir.
Bu mutlak zemin, beşeri hayatın emri gereği olarak doğru bir mantık silsilesiyle, güçlü bir muhakemeye ve şuurla donatılmış bir fikriyata tekâmül eder.
Derin bir sevgiyle yani aşkla bağlandığınız sizi iliklerinize kadar titreten, ruhunuzu alabora eden, siklon ve anti-siklon alanlarının köşe kapmaca oynaması ya da iç âleminizin coşkusuyla oluşan med ve cezirlerdir.
Sevilen yârdır, sevilen vatandır, sevilen hattı zatında sevilmeyi hak etmiş bir halktır.
Nasıl ki her güzel kadının gönlü çalınmaya namzettir. O vakit meyveli her bahçenin etrafında dolaşan uğruların varlığı ise elzemdir.
Biz ne haramileri suçlayacağız ne de mütegallibeden şikayet edeceğiz.
Talan, yıkım, soygun ve kıyım onların görevi. Şeklen insana benzeyen bu vandalist sürülerin insani bir tanımı olmadığı gibi hayvanlar alemiyle de ilişkilendirilmesi mümkün gözükmüyor.
Zira içgüdüsel olarak hareket eden hayvanlar bilerek ve isteyerek hiçbir canlıya zarar vermezler. Açlık hissi uyanmadan diğer canlı türlerini avlamazlar.
Bu manada onları hayvan olarak tanımlamaya kalkışmak, hayvanlar alemi için de yakışık almayacak bir hareket sayılabilir.
Bunlar olsa olsa insanla hayvan arasında bir yerde seyrüsefer eyleyen ve bu haliyle ne tam anlamıyla insanine de tam anlamıyla hayvani karşılığı olmayan, ancak mutasyona uğramış bir ırki değişimin yeryüzündeki 3.cins modülasyonudur.
Bu söylem tarzını fazlasıyla ağır bulanlar olabilir ya da tasvirde abartıya kaçılmış sayanlar olacaktır.
Ancak korkuyu ekmeğimize katık eden onu çorbamıza bandırıp yememizi isteyen, yarınlarına kuşkuyla bakan o tedirgin ruh halini toplumun damarlarına zerk eden feodal kabadayılık, fazlasıyla avrupai modern voyvodalarla ittifak halindeyken, kim bizden bir lâle devri mantığı bekleyebilir?
Vatan adını verdiğimiz sevdalı ayaklarımızın altında bir kilim gibi çekilirken, idare-i maslahatçıların giderek gına getiren sabır ve itidal çağrılarının tam teslimiyetle karşılık bulduğunu bu beynamazlar ne vakit anlayacaklar?
Evet, kanımızdan kendimize bir bayrak yaptık, canımızla kendimize bir vatan inşa ettik. Kolay olmadı elbet, asaletimizle milli devleti, cumhurla cumhuriyeti kurduk.
Hazmetmek zordu birileri için Anadolu'daki başı börklü Türk'ün varlığını, ayyıldızlı başkaldırıyı ve hiç dinmeyen kutsal isyanın ateşini.
İçimizde kardeş kanıyla beslenenler, dışarıda rövanş için kapımızı tıklatanlar. Ve devleti sokağın insafına terk edenler.
Tam anlamıyla manzara-i umumiye bu. Anadolu yeni bir Kurtuluş savaşı için yeniden fethedilmeyi bekliyor.
O kaçınılmaz bir zarureti hasıl eden fetih harekatına kadar, bu topraklardaki varlıkları dahi başlı başına bir nöbet sayılan isimsiz kahramanlar!...
Topraklarınızı muhafaza edin, evlerinizi koruyun. İşinize sarılın, kendinizi hayattan soyutlamayın. Herkes bulunduğu yerden mesûldür. Varlığınız ise başlı başına bir nöbettir.
Kabuğunuza çekilmek ve önünüze atılanla yetinmek ne büyük bir ayıptır. Demokrasinin size sunduğu o manevra sahasında siyasi mevziileri hiçbir zaman terk etmeden, hattı müdafayı sathı müdafaya o satıhı bütün vatana devşirmek ise iradenizle kaimdir.
Pelesenk vurulmuş dillerin adını gizlediği bir iç harbin girdabındayız. Savaş ?hayat süren leşlerle? ölü taklidi yapan dirilerin arasındadır.
Kamuya ait her şeyin saldırıya uğradığı, molotoflu cinnetin bela olup yağdığı, evlerin, işyerlerinin açık hedef haline getirildiği, linç görüntülerinin kanıksandığı bu namüsait süreçin dünyada bir benzeri yok.
Otoritesini ve yaptırım gücünü kaybetmiş olan devletin maddi ve manevi varlığını koruyacak takati kalmamış iken, yürütme, seyir zevki yüksek bir avantür filmi izler gibi bön bir tavır içindedir.
Baş olmayı açılış törenlerinde kurdelâ kesmek, tören kıtasını denetlemek, toplantı masalarında boy göstermek, hamasi nutuklar atmak yada cemiyetin içinde bir konu mankeni gibi seyahat etmek zannedenler kendini yönetme yetkinliği ve erginliğinden muaf saymaktadırlar.
Fikri ve kabiliyeti olanların ise yükselttiği ses, olmayan bir örgüte üyelikle karşılık bulmakta, giderek siyasallaşan yargı adaleti başka baharlara tehir etmektedir.
İşte bu ahval şeraitin çözümü ?Ey Türk Gençliği!? diye başlayan manifestonun ve Anıttepe'den yükselen frekansın kodlarındadır.
Şahinbey, Yılankırkan, Arılı Mehmet Ali Çavuş, Seyyit Onbaşı, Hasan Tahsin ve en sonunda Mustafa Kemâl olmak.
Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar, Başkomutanlık, bir, iki, üç ve daha fazla Antep.
Sevilen yârdır, sevilen vatandır, sevilen hattı zatında sevilmeyi hak etmiş bir halktır.
Meyveli dallarımız, üzümlü bağlarımız, bir gelin gibi süzülen vatanımız ve asalet timsali halkımız tehdite maruz ve gül yanaklı bir yâr tehlikededir.
Ey vatan! Ey halk! Ey yar!...Bu sese kulak ver
Sahipsiz vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.