Toplum olarak gittikçe birbiriyle anlaşamayan; birbirlerinin fikirlerine, düşüncelerine tahammül edemeyen bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz. Bunun nedenleri ile alakalı olarak belki onlarca şey söylenebilir, ancak ben sadece şimdi söyleyeceğim nedene bağlamak istiyorum.

Bence insanların anlaşamamasının tek nedeni; herkesin kendi fikrini başkasını dayatmaya, kendi görüşünü kabul ettirmeye, kendi hissettiği gibi hissettirmeye çalışmasıdır…

Halbuki insanları olduğu gibi kabul edip onları anlamaya çalışsak, hayatta hiçbir mesele kalmaz ve üremez diye düşünüyorum…

Bir insan, hakaret etmeden, küfretmeden, dalga geçmeden, ayrımcılık ve bölücülük yapmadan kendi fikirlerini söylüyorsa ona saygı duymak insanlık borcumuz olmalı. Hatta 8. yüzyılın büyük Fransız düşünürü Voltaire'nin sözü çok ama çok anlamlıdır.

'Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim; ancak, onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım." Nerde bu adamlar diye de eklemek gerek…

Allah dilese herkesi aynı yaratırdı. Mesele farklılıkları zenginlik olarak görüp GÖKKUŞAĞINI oluşturabilmekte değil midir? Hem yeterince gökyüzüne sahip değil miyiz, neden birbirimizi yiyoruz ki anlayabilmek mümkün değil…

Sosyal hayatın içinde ve en çok da sosyal medyada farklı düşünce gördük mü, onu bilgilerimizle çürütmek yerine, küfürlerimizle, hakaretlerimizle ve tehditlerimizle susturmayı tercih ediyoruz…

Birbirimizi anlamak yerine anlamlandırmaya, tanımak yerine tarif etmeye o kadar meraklıyız ki bu hengamenin içinden bir türlü sıyrılamıyoruz.

'Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.' diyen ve Kur'an'da 'Ve şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin.' (Kalem, 68/4) 'Şüphesiz ki Allah'a, ahiret gününe iman edenlerle Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardır.' (Ahzab, 33/21) diye övülen bir peygamberin ümmeti olmamıza rağmen bir türlü ama bir türlü güzel ahlak emarelerini toplum içinde gösteremiyoruz.

Trafikte araba kullanırken bir başka insana dönüşüyoruz.

Sıra beklerken tahammül edilmez oluyoruz.

Birisi bize yanlışlıkla dokunsa kabadayı oluveriyoruz.

Bizim gibi düşünmeyenleri yok etmek için var gücümüzle saldırıyoruz.

İstediklerimizi yapmıyor diye, en önce çocuğumuzdan başlayarak eşimize varana dek bir sürü kişiye şiddet uyguluyoruz.

Makam, mevki için kılıktan kılığa giriyoruz.

Para ve maddiyat için canavarlaşıyoruz…

Sonra da 'Bize ne oldu?' diye feryad-ü figan eyliyoruz… Yüzyıllar önce bir keşişin dediğini yapsaydık aslında hiçbir sorun kalmazdı:

'Genç bir insanken, dünyayı değiştirmek istemiştim. Ne var ki, dünyayı değiştirmenin çok zor olduğunu gördüm, bu yüzden ulusumu değiştirmeye çalıştım.

Ulusumu değiştiremeyeceğimi anladığımda, yaşadığım kente diktim gözlerimi. Ne var ki yaşlı bir insan olarak kentimi değiştiremedim, o zaman ailemi değiştirmeye karar verdim.

Şimdi, yaşlı bir insan olarak, tek değiştirebileceğim şeyin kendim olduğunun farkına vardım ve birden anladım ki, eğer uzun süre önce kendimi değiştirseydim, ailemi etkileyebilirim.

Ben ve ailem kenti etkilerdik. Kentin etkisi ulusu değiştirirdi ve ben dünyayı değiştirebilirdim gerçekten de…'

Fazla söze ne hacet…