Önce cemreler düştü, birer birer. Sonra ayrılık vakti denildi ruhunu ısıtan güneşle-tenin daha çabuk ürpermeye başladı serinliğiyle havanın. Oldum olası korkarım kardan, tipiden, borandan. İllede hazandan. Hazan sanki tükenişi ömrün. Hazan ayrılmak gibi eşten, yardan, arkadaştan, evlattan, kardaştan. Hazan dalların yapraklarından ayrı düştüğü bir hüzün mevsimidir. Hazan bir gönül şehrinde bir yaprak dökümü. Hazan Antep'de bir kaç damla gözyaşı. Hazan yüreğini acıtan ebedi bir ayrılık haberi. Hazan feryat ve figandır."İşitin ey yarenler/aşk bir güneşe benzer/aşkı olmayan gönül/bir kara taşa benzer." Hazan o puslu havanın sizi teslim aldığı, hazan aşkın kadere dönüştüğü o andır. Gönül şehrinin taş döşeme sokaklarını birer birer geçtim.beni karhaneme götüren yokuş giderek dikleşiyordu. Adımlarım ağırlaştı. O meşum sabahın bir vaktinde, ibrahimin sesi yüreğime firkat ateşini taşıyordu acımadan. Ömer'siz dünya Mustafa'sız da olacaktı. Ne fayda. Gözbebeklerine kadar sinmiş gülüşün eskiyecek ve dünya yine sensiz dönmeye devam edecekti. Vakit geldi. Bir hüzün bulutu gibi göğe yükseldi sala. Önünde elpençe divan oldu bedenler. Son duruş ve son kavuşma anıydı. Sonrasında "Gül alıp satanlar, gülü gülle tartanlar" o gül bedeni usulca toprağa yatırdılar. Anası ve babası önde, arkada ağabeyi Mahmut Nedim, kardeşi Ömer aynı safta buluştular. "Biz bu yerden gider olduk, kalanlara selam olsun, bizim için hayır dua edenlere selam olsun" Öldü denilenler ölmez, yeniden doğmuştur ölüm. Onun içindirki Allah'a gelin olanların düğünüdür şeb-I aruz. O'nun içindir ki her dem yeniden doğmuştur, cümle yaratılmışlar için ruhun beden hapishanesinden terk-I diyar olması. "Topraktan biter küllisi, gülistandır toprak bana" diyen o paradoksal öğreti, topraktan gelenlerin, toprağa döneceği gerçeğiyle örtüşecektir. Ama nafile, gönül ferman dinlemez. Onu söz geçirmek ne mümkün. Pirehanı'ndan, Arasa'ya, Eski Et hali'nden, Alaüddevle'ye uzandım. Eski Antep'I dolaştım. Dar sokaklarından geçtim. Ağır ve sakin adımlarla. Duvarların soğuk, yüzünde amcamın cemalini aradım, bulamadım. Onun geçtiği sokaklardan geçtim. Bastığı kaldırımlardan ayaz izlerini buldum. Ne gam. Beyaz bir atın üzerinden süzülen büyük dedem Hacı, Mamed'I gördüm. Sarı sırmalı, mavi üniformasıyla belinde kılıcıyla o gururlu zabıttı. "Devlet Antepli Abışlara emanet etti"diyen Antep ahalisi ve 1925'in ötesinde ve berisinde doğu dağlarının alıcı kuşu Karakazım bey'i. "Ölmeden önce ölünüz"diyen buyruğu tam tekmil uydum. Ölenlerle birkez daha öldüm. Yaşadığım gibi öleceğimi, öldüğüm gibi dirileceğimi bilerek, o yalın gerçeğe teslim oldum. Teyze annenin yarısı derler, amca ise babanın yarısı. Ben amcamı kaybettim. Toprağa verdim yüreğimin yarısını. Artık bu ağır aksak beden hapishanesinde yarım bir yürekle yaşam telaşının girdabında olacağım. İşte meselenin kendisi. Gerisi laf-I güzaf. Cerisi kelimelerin kifayetsiz kaldığı, sözün vaktini doldurduğu bir süreci işaret etmektedir. Artık bütün kelimelerin ve anlatılmışların yerini tutacak olandır Gözlerden süzülüp gelen yaşlar.