İnsan, küçükken bir an evvel büyümek için çaba harcar, sonra da yaşlanmayı önlemenin çarelerini arar.

Ne garip değil mi?

Hızla geçmesi istenilen zaman, gün gelir dursun istenir.

Birbirine zıt istekler…

İnsanoğlu dünyaya kazık çakmak istese de nafile… Geldiği gibi bir gün gidecek!

Neticede her nefis ölümü tadacaktır.

Önemli olan hayırla anılmaktır. Zira “eşek semeri, insan eseri ile övünür.”

Her neyse… Hayat devam eder, ırmak yatağında akar ve ölüm ansızın kapıya dayanır.

“Kimler geldi, kimler geçti.”

Aslına bakılacak olursa, her yaşın ayrı bir güzelliği ve özelliği vardır.

Yaşanılan sürede, “keşke”leri azaltmak, “iyi ki”leri çoğaltmak gerekir.

Yaşlılığın simgesi aksakaldır.

İnsan yaşlandıkça çevresinde olan biteni daha iyi algılar. Çünkü olgunlaşmış insan, hayat yokuşunu tırmanmış, diğerlerine kıyasla görüş alanı genişlemiş kimsedir.

Bu durum toplumda bilgelik olarak algılanır.

Toplumda aksakal bilgeliğin ve saygınlığın bir figürüdür.

Yaşlılık devşirme zamanıdır.

Bu devrede devşirilen tecrübe, ihtiyaç sahiplerine yol gösterir.

Özellikle devlet adamları… Tecrübeye muhtaç, ikaza muhtaç, teselliye muhtaç, bilgiye muhtaç, hikmete muhtaçtır.

Gücün göz kamaştırıcı ışığıyla, bazen nereye gideceğini bilemediklerinden, aksakallıların gölgesinde yönlerini daha rahat tayin ederler.

Aksakallılar Türk mitolojisinde de yer yer ortaya çıkan bir kavramdır.

Bu kişiler bilgelikleri ve ileriyi görme yetenekleri ile destanlaşır.

Manas Destanı’nın da aksakallılara rastlanmaktadır.

Aksakallılar tarihin en zorlu döneminde ortaya çıkan, devlet adamlarına yol ve yöntem öğreten gizemli kişilerdir.

Aksakallıların Türk devlet geleneğinde önemli bir yerleri bulunduğundan tarihi dizilerde de gelişen olayları gizemli ve heyecanlı hale getirmek için onlara rol verilir.

Sözleri dinlenmediği, tehdit olarak görüldükleri dönemlerde ise, devlet adamlığı geleneği hep zarar görmüştür.

Tarihte gerçekten böyle bir örgüt var mıdır?

Bilinmiyor.

Aksakallıları devlet yönetimine müdahale ettiklerini iddia etmek doğru değildir.

Dediğim gibi aksakallılar bir mitolojidir.

Derin devlet yapılanması ile bir alakası yoktur.

Devlet adamlarına bilgi ve tecrübeleri ile danışmanlık yaptıkları rivayet edilir, istişarenin önemi vurgulanır.

Bilgeliği ile Oğuz Kağan’ a yol gösteren, Uluğ Bey, Fatih’in hocası Akşemsettin, Dede Korkut, birer aksakallıdır.

Şah İsmail’in de aksakallara çok önem verdiği, o nedenle onları kırk kişi olarak şiirlerine yansıttığı söylenir.

“Vardım kırklar yaylasına
Gel berü hey can dediler
Yüz sürdüm ayaklarına
Gir işte meydan dediler

Kırklar bir yerde durdular
Yerlerinden yer verdiler
Meydana sofra serdiler
El lokmaya sun dediler.”

Tarihimizde ve inancımızda yaşlılara iyi davranılması, bilgi ve deneyimlerinden yararlanılması tavsiye edilmişken…

Durum öyle midir?

Günümüzde yaşlılara hastalıklı muamelesi yapılır.

“Pili tüketmiş…”

İşte insanları en çok üzen, belini asıl büken, ihmal edildiğini hissetmek ve bu sözleri duymaktır.

“Merak etme sıra sana da gelecek!”

Gelişmiş ülkeler çalıştıkları dönemlerde başarılı olmuş emeklilerini bırakmıyor, bilgi ve deneyiminden sonuna kadar yararlanma yoluna gidiyor.

Bizdeki danışmanlar ise evlere şenlik.

Eş - dost- akraba ya da yandaş… Hangi bilgi ve tecrübesinden yararlanılır anlaşılır değildir.

Ballı maaş…

Hani tarihimizdeki aksakallılar?

Bunu tarihimize önem verdiklerini söyleyenlerin bilmesi gerekir.

Aksakallıların, onca bilgi ve deneyimi, hırs ve öfke değirmeninde öğütülüp heba ediliyor.

Yazıktır! Günahtır!

Gençlerin enerjisi ile yaşlıların tecrübesini birleştirmek suretiyle ileriye gidilebilir, gelişim ve değişim yakalanabilir.

“Gerek yok, her şeyi ben bilirim, ben herkes adına düşünürüm.”

Ben, ben, ben…

Bu tür yöneticiler aksakallılarla çalışmaz, çalışamaz.

Zira kontrolleri zordur.

Aksakallılar, sütten ağzı yandığı için fazlaca tedbirlidir.

Beklentileri olmadığı için yalan söylemez, gerçeği olduğu gibi söylerler.

Yaşları ilerlemiş olabilir ama hakikatte tecrübeye dayanan fikirleriyle dimdiktirler.

Onlar, saçlarını değirmende ağartmamışlardır.

Bilgin ve bilgedirler.

Danışılmayan danışman olmazlar.

Bazı yaşlılar emekliliği,” “yan gelip yatma zamanı” görebilir.

Her aksakallı da akıllı ve bilge değildir.

Başka bir anlatımla, ”her sakallıya dede denmez.”

Onlar da oturup, torun sevsinler ya da çalışırken yapamadıkları şeylere hayıflanarak vakit geçirsinler!

Çevremizde görüyoruz.

Kimi maziyi hayırla yâd edip, “ne günlere kaldık?” diye ah vah ederken, kimileri de geçmişte yaşadığı olumsuzluklardan hareketle, “şükür, bugünleri de gördük!” mealinde memnuniyetini ifade ediyor.

“Yaş yetti, iş bitti” demek, hayattan ümidin koparılıp atılmasıdır.

Bıkkınlık ve yılgınlık ifadesidir.

Kendisini yaşlı hisseden ve bu ruh halinde olan insanlar için de uğraşılacak çok iş vardır.

Kitap okumak anı yazmak, gezmek, tarım ve toprakla uğraşmak gibi…

Tecrübe kolay kazanılmıyor.

***

Yaşamaya Dair

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet 1947