Türk Devleti, Milleti ve Ordusu bugün kenetlenmiş bir biçimde güney sınırındaki emperyalizmin maşalarına karşı amansız ve başarılı bir mücadele vermektedir. Bu mücadele ilk bakışta PKK terör örgütü ve türevlerine karşı yapılıyormuş gibi görünse de esas düşman bunları maşa olarak kullananlardır. Diğer bir değişle Türkiye, PKK üzerinden ABD ile, Rejim üzerinden ise Rusya ile savaşmaktadır. Ancak iktidarın çizdiği korkusuz politika ile Türkiye'nin güney sınırı bugün huzura kavuşmuştur. Türk askerinin yaydığı huzur ve güven ortamı sadece Türkiye'nin güney illerinde değil Suriye'de bulunduğumuz her köyde de hissedilmektedir.

Peki Suriye topraklarında yakaladığımız bu başarıyı nasıl düzenli ve sürekli hale getirebiliriz? Elbette her savaşın son noktasının konulduğu yer olan masada sonuç alabiliriz. TSK ve beraberinde yer alan Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) varlığı, şehit olma pahasına sivil hassasiyetinin en üst düzeyde hissedilmesi ve iktidarın ısrarla "kimsenin toprağında gözümüz yok" vurgusu aslında Ankara'nın hedefinin bir işgal değil sadece barış ve huzur olduğunun kanıtıdır. Ancak iyi niyetler, sahada gelen başarılar ve Türk Bayrağını gören köylülerin gözyaşları siyaset üzerinde pek etkili değildir. İşte eksiğimiz de bu noktada, siyaset konusunda yani masada ortaya çıkmaktadır.

Silahlı güçlerimizin varlığı bize masada güçlü bir konum verse de Suriye'nin sahibi olduğu iddiasındaki sivil bir yapıya da ihtiyacımız vardır. Rusya, Rejim ile kanlı ancak yasal bir imkana sahiptir. ABD'nin ise sahip olduğu güç sebebiyle pek detaylı davranmasına lüzum yok fakat onlar da PKK'yı legal kolluk kuvveti olarak belletme derdindeler. Türkiye'nin yanında ise gerçek Suriyelilerden oluşan ve vatanını savunan ÖSO bulunuyor. Ancak ÖSO'ya masada yer açmaya çalışmak diğer aktörlerinden aynı hevesle davranmasını ve masanın itibarsızlaştırılmasını sağlayabilir. Bu nedenle masada bizimle olacak sivil bir yapı gerekiyor. Bu sivil yapı mevcut Rejim olamaz. Çünkü Türkiye en başından beri çıkardan önce Suriye'de bir insanlık mücadelesi vermektedir ve bu mücadelenin en hayati amacı Rejim'in Suriye yönetimini terk etmesi ve akabinde işlediği insanlık suçlarının hesabını vermesidir. Bugün TV'lerde "Rejim ile işbirliği" konusu insanlık hassasiyeti görmezden gelinerek dile getirilmektedir. Ayrıca Rejim konusunda geri adım atılması Türkiye'nin insanlık mücadelesine zarar vereceği gibi misafirimiz olan milyonlarca Suriyelinin de kalbini kıracaktır çünkü onların kucaklaştığı ve dualar ettikleri Türkiye kendilerini bu hale getirenle ilk günden bu yana mücadele etmektedir. Rejim ile işbirliği konusunun diğer bir sakıncalı noktası ise pozisyonların net bir biçimde alındığı ortamda esnekliğin kalmamasıdır. Bu esneklik belki kriz ilk patlak verdiğinde olabilirdi ki sözde insan hakları savunucusu ABD ve Avrupa Suriye krizinin başında Rejim karşıtıyken Rusya desteğinden sonra direksiyonlarını kırıp "Rejim'le sorunumuz yok" demişlerdi. Bizim bugün böyle bir esneklik imkanımız olmadığı için bu yönde bir hamle politikamızda kırıklar yaratacaktır ve Türkiye'nin kararlı duruşu her alanda dış tacizlere açık varsayılacaktır. Çünkü yeni düşünce "burda geri adım atan şurda neden atmasın?" şeklinde oluşacaktır.

O zaman ne yapmak gerek? Toparlayacak olursak; sahada başarılıyız, masada yalnızız, düşmanlar kalabalık ve Suriye halkı bizden yana. Bu noktada yalnızlığımızı Suriyeli bir hükümet ile gidermeli ve Suriye'nin doğrudan kendi geleceğinde yön vermesine imkan tanımalıyız. Örneğin kurulacak bir Afrin Hükümeti ile Türkiye hem kendisine olan desteği somut olarak gösterebilir hem de Şam yönetimine karşı olarak Suriye'nin gerçek sahipleri kendilerini ifade edebilecek bir platforma kavuşabilir. Bugün BM tarafından tanınan Şam yönetimine karşı Suriyeliler koca savaşın ardından ilk özgürleşen yerde, Afrin'de kendi yönetimini, hükümetini ilan etmelidir.