Hayatın bizi sınadığı zamanlar vardır; gün gelir sevgisizlik, an gelir parasızlık, öyle bi an gelir ki çaresizlik ile sınanırız. Sağlık ile sınandığımız zamanda çoktur ama acısı bitince unutur gideriz...En sevdiğimiz anamızı-babamızı, kardeşimizi yahut can dediğimiz dostumuzu arkadaşımızı kaybederiz; içte bir yangındır: Bir söylediği söz, son bakış, son dokunuş...Son gün yanına girmeme izin vermişlerdi beş dakikalığına, uzanıp elimi tutmuştu... Kaç yıl geçti, koskocaman kız oldum, hala can dostum Selen gibi elimi tuttuğum olur! Kendi kendime...Kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımı kaybetmiş biriyim; hala hafızam oyun oynar..Bir türlü anımsayamam, rüyalarımda göremem... Çocukluk halimden kaynaklanan birkaç sınırlı anım vardır; hala kendimi kahreder dururum! Affedemem!Evlat ölümüne tanık olmuş bir anne-babanın yakınıyım. On beş yaşında kızlarını, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık nedeniyle gökyüzüne uğurladık...Kendi babamı bile ağlarken gördüğüm ilk ve son andı.. Çocukken "Ölüm oyunu" oynardık! Niye oynardık, hala bilmiyorum!...İki kız kardeş Selen'e oyun yapardık: Durduğumuz yerde bir tarafa yıkılır, "Ben öldüm" derdik. "Ölme, ne olur ölme! "Sen ölme Ebru!" derdi, biz gülerdik... O'nun ölüm ile randevusu varmış, bilemedik! Çocukça bir oyun böyle ağırmı gelir insana? Ağır geliyor, vallahi! Tedavisi olanaksız bir hastalıktı, fakat bir can uğurlamak, toprak ile örtmek ne kadar kolay? "Üşümesin" diye üstüne titrediğin yavrunu soğuk topraklar altına koyup, gitmek! Minnacık bir beden...Gencecik, dalyan gibi, bedenleri nedeni belli olmayan bir patlama sonucunda toprağa koyuvermek; üstüne toprağı yorgan diye atıvermek de ayrı zor! Yanan yürek! Ne sağlık dinliyor, ne kaza! Bir de alınmayan tedbirlerden dolayı, iş yerinin tam anlamıyla çalışma güvenliğini sağlamamasından kaynaklı bile bile ölüme gitmek var tabi!! Kimisini patlayan kazanın parçaları paramparça etmiş; kimini çıkan alevler yakmış infilak etmiş.. Bir anne-baba düşünün, oğlu sabah kalkıyor işe gidiyor, sonra pat diye bir haber; çalıştığı fabrikada tedbir alınmamasından dolayı büyük bir patlama yaşanmış, çok sayıda ölü varmış!!! "Olmasın!! Ölen benim oğlum olmasın!" diye yalvar yakar dua ede ede yol tepen ana-babalara empati yapamayan kişiler ciddi anlamda " Ölüm"ü yaşamamış kişilerdir! Yada aynı şekilde bir eşi düşünün sabah yüzünde tebessümle uğurladığı kocasının acı haberini almak... Ne kadar da zordur hatta tarifi mümkün değildir..Ki, yaşanan bu kadar acıdan sonra kimse çıkıpta bu yaşanılanları sorgulamıyor. Bunu sorgulamadığımızdan dolayı zaten, böyle tedbirsiz bir patlama sonrası acıdan olsa gerek ayaklarımızın üstüne tam basamıyoruz! "Kader!" deyip, geçiyoruz... "Kader" diye bir gerçek de var elbet; mantık dahilindeki tüm önlemler alındıktan sonra geriye kalanların adı: Kader!Boşuna değil, kişi kendinden bilir işi, denir.. Ödüm kopar birini gereksiz yere üzerim diye! Ölümü erken yaşta tanıyan insanların doğasında vardır. Neyin kavgasıdır, paylaşılmayan nedir? "Aman diyeyim, ortak bir nokta elbet vardır; yeter ki ölüm olmasın!" Yani ille de evlat yada canınızdan birini gömmek gerekmiyor; çocuklarınıza, eşinize bir bakın ve son görüşünüz olduğunu hayal edin, yeter! Bir hastalığa ne kadar kızabilirsiniz? Tedavi aşamasında yetersiz kalınmasına kızabilirsiniz, çok doğal, fakat sapasağlam çocuğunuzu-eşinizi bir patlamaya kurban verdiğinizde durum daha vahimdir! Hoşgörü ve empati, sanıyorum, yaşanmışlıklarla ilgili.. Bir hayat arkadaşı nasıl kara topraklara gömülür, nasıl üzerine toprak atılır; o eve nasıl girilir, hayaller nerededir, bir mendilde, bir gömlekte koku var mıdır, diye nasıl aranılır? Böyle bir sınavdan geçirmesin Rabbim inşallah ve kimseyi de bu şekilde evlat acısıyla yar acısıyla sınamasın..