Gündemi en çok işgal eden konuları sıralamış olsak sanırım en başta " ADALET " gelir, "ADALET" en demokratik hakkınız olan yürüyüş yapmakla elde edilemeyeceği gibi, adınız "ADALET" olunca da elde edilmiyor. Adil olması ve adalet dağıtması gerekenlerin daha fazla adaletsizliğe sebebiyet verdiği günümüzde sözde kalan bazı değerlerin nasıl adaletsizce yerle bir edildiğini üzülerek görüyoruz.Dünyada adalet kavramından umudunu kesip kendi adaletini sağlamaya çalışan toplumların içine düştüğü durumlar göz önünde iken bu güzel anlamlı kelimenin hava kadar su kadar insan hayatında bir önemi olduğunu bilmemizde fayda var."ADALET" hangi tanım ve tarifi yaparsanız yapın insan vicdanında başlayıp devam eden bir değerler topluluğudur, bazen dünyada tecelli etmez ama gerçek dünyada ilahi adaletten kaçış olmadığını inançlı insanlar olarak hepimizin iyi bilmesi gerekir.Geçmişini bilmeyen, geçmişinin "adalet anlayışını" bilmeyen adaleti ne bilebilir, nasıl adil olabilir, nasıl adalet dağıtabilir diye düşünürken Avukat Mehmet GÜN'ün sosyal medya hesabından paylaştığı, Türk toplumunda adaletin tarihçesini özetleyen ve çok hoşuma giden kısa makaleyi paylaşmak istedim."Türk-Moğol devlet geleneğinin, eski İran devlet anlayışıyla bağdaşarak Orta-Doğu’da kurulmuş Türk-İslam devletlerine hakim olan temel felsefesine göre “Adalet, değişmez bir töre veya yasa’nın tarafsızlıkla uygulanmasıdır.” Eski Hind-İran siyaset temel nazariyesinde: Adalet Dairesi, “hükümdarın gücü askeri güce, askeri güç hazineye, hazine reayanın ödediği vergilere, vergilerin artışı adalete bağlıdır.” şeklinde formüle edilir. Egemenliğini korumak ve gücünü artırmak isteyen akıllı bir hükümdar, reayaya adaletle muamele etmeli, zulümden kaçınmalıdır: “Adalet hükümdarın mülkünün temelidir!” Eski İran Sasani İmparatorluğunda raiyyet, her ayın ilk haftasında toplanan yüksek divana çıkarak şikâyetini doğrudan hükümdara sunmak hakkına sahipti. Büyük Selçuklularda hükümdarın haftada iki gün şikâyetleri dinlemesi şarttı. Anadolu Selçuklu Sultanı ise senede bir kere şer’i mahkemeye gider kadının karşısında ayakta durur, (aleyhinde) davacı var ise kadının verdiği hüküm yerine getirilir idi. Osmanlı'da padişahın başkanlık yapması gerekli olan Divân’ı Hümâyûn, bir yüksek adalet divanı sayılmakta; sıradan yurttaş dahi devleti temsil edenlere karşı şikâyetini orada şahsen ifade edebilmekte idi. Kaynağını dini kurallardan yani şeriattan değil tarihi gelenekten alan ve mutlakiyetçi güç-devlet kavramıyla adalet kavramını bağdaştıran bu pratik devlet teorisi, sarayın en göze çarpan yeri olan Dâru’l-‘Adl denilen Adalet Kulesi veya Cihân-nümâ isimli sembolik yapılarda yansımasını bulurdu. Edirne’de ve İstanbul’da bu sembolik yapılar, tüm saraya hâkimdir ve sözde bütün ülkeyi gözetlemektedir. Merhum Halil İNALCIK'ın yukarıdaki gibi naklettiği üzere: Türk – İslam toplumunun, iliklerine kadar işlemiş olduğu halde asırlardır hasretini çektiği adalet, betondan onlarcasını yapmış olmakla övündüğümüz sarayların neresindedir acaba?..."Evet çokça adalet sarayı yapmakla da adil olunmuyor, önce vicdanlar da olmak üzere Adalet hepimize lazım, hepimiz için gerekli ve sözde kalmamalı...İnsanın en büyüğü, en yüksek mevkide iken tevazu gösteren, kudret sahibi iken affeden ve kuvvetli olduğu vakit adaletle hareket edendir. ABDÜLMELİK B. MERVANAdalet güzeldir, fakat emir’lerde olursa daha güzel olur.HZ. MUHAMMEDBir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. HZ. MUHAMMED