1683 bin fişlenen insan…
210 bin açılan dava…
230 bin yargılanan kişi…
7 bin idam istemi…
49 idam…
30 bin işten atılan farklı işkollarında çalışan sakıncalı kişi…
14 bin TC vatandaşlığından çıkarılan kişi…
300 fail-i meçhul (1980-1982 yılları arasında)
171 işkencede ölüm…
30 bin mülteci…
3854 işten atılan öğretmen…
120 görevden alınan öğretim görevlisi…
47 meslekten el çektirilen hâkim ve savcı…
937 yasaklanıp negatifleri yakılan film… Büyük çoğunluğu Yılmaz Güney imzası taşıyordu.
10 binden fazla yasaklanıp yakılan kitap…

Bunları unuttuk mu? Evet…
Bunları yapanlardan hesap soruldu mu? Hayır…

İnsan aklının dayanılmaz acılar karşısında başvurduğu pratik yöntemlerden biri de unutmak… Ve unutmak bazen suça/cinayete ortak olmaktır…

Hatice'den çok neticeyle ilgilenen, bir başka deyişle sahada oynanan futboldan çok tabelada yazan skora göre yorum yapanlar ülkesinde yukarıdaki “tabela”ya yazdıklarımız umarım bir şeyler çağrıştırır, okuyanlara… Tabii ki 12 Eylül, klasik bir bastırma/kontrol altına alma operasyonu değildi. İdeolojik alt yapısı oluşturulmuş, eylem zemini de hazırlanmış bir operasyondu.
12 Eylül sonrası süreçte muhafazakâr-milliyetçi dinamikler, liberaller ve askeri-bürokratik vesayetten yana olanların aynı safta yer tuttuklarına tanık olduk. İçerideki sorunları akıl almaz/insanlık dışı yöntemlerle baskı altına alarak hasıraltı etmeye çalışanlar, aynı zamanda bugünkü gençliğin boş teneke/uzman cahiller olarak yetiştirilmesinin aktörleri olarak tarihimizin karanlık sayfalarında yerlerini elbette alacaklardır. 2000 sonrası süreçte daha güçlü biçimde küreselleşmenin rüzgârını da arkasına alan yönetenler, tabiri caizse 3T gençliği yetiştirdiler, eğitim kurumlarının da desteğiyle. Burada medya organlarının hakkını inkâr etmek de olmaz.
3T gençliği…
Televizyon karşısında aptallaştırılan, telefonla kölelik derecesinde ilişkilendirilen ve nihayetinde tuvalette rahatlayan bir gençlik… Televizyon, telefon, tuvalet…
12 Eylülcülerin amacına ulaşmasında teknolojinin baş döndürücü gelişiminin etkisinin olduğunu da yadsıyamayız. Bilgi bombardımanı vasıtasıyla bilinci karmakarışık olan bir toplum haline getirildik, yeni haber kaynaklarından dolayı. Bazılarının bilgi kirlenmesi dediği durumla aslında nitelikli bilgiyle niteliksiz bilgiyi ayırt edemez olduk. Hayatımızda neyin daha önemli olduğunun ayırtına varamıyoruz: Benzin, doğal gaz, su ve elektriğe yapılan ortalama %20 zam mı, ekonomik kriz ve işsizlik mi, 3 saat yağmur yağdığında neredeyse dört bir tarafı denizle çevrili bir şehirde 30 kişinin ölümü mü, dağlarında her gün hayata veda eden onlarca genç mi? Yoksa GS'nin BJK'yi 3-0, 12 Dev Adam'ın İspanya'yı yenmesi mi, Cem Garipoğlu'nun yakalanması mı?
Evet, sevgili okurlar, bu köşenin yazarı her yıl eylülün ikinci haftasında bu unutturma çabasına karşı kalem/kılıç sallamaya devam edecektir. Kış uykusundan uyanıp baharı göreceğimiz günlere olan ümidimiz her zaman var.
Son bir söz de yönetenlere:
Efendiler…
Demokrasiyi geçmişin yaralarını sarmadan kuramazsınız; açılımlarınız lafla yürüyen peynir gemisinden farksız olmaz. Yeni bir anayasa ekmek, su ve hava kadar elzem…