Günçalı'ya atamam yapıldığında ilkokuldaki öğretmen arkadaşlar benim Sünni olmama dayanarak ''Köye bir yezit geliyor.'' diye daha ben gelmeden önce hakkımda gereken duyuruyu günler öncesinden yapmışlardı. Bu nedenle okuldaki öğretmen arkadaşların da, köy halkının da bana yaklaşımları biraz garipti.

Ortaokul ilkokulun bahçesi içindeydi. Ortaokul müdürü Günçalı doğumlu Resul beydi. Durmuş bey de ortaokul öğretmenlerindendi ve Resul beyin akrabasıydı. Günçalı'da kaldığım süre içinde bu iki öğretmen arkadaşın doğru, dürüst ve mantıksal doğrular çerçevesinde çok desteğini aldım. Mesleki bilgileriyle kültürlerini hazmetmiş, aydın arkadaşlardı. Hatta oğlum Ferhat'ın sünnetinde kirvelik yaptılar. İlkokuldaki meslektaşlarımın hemen hepsi yakın çevredendi. Öğretmenlik yeteneklerinden çok solculuk yeteneklerini geliştirmişlerdi. Aralarında benim gibi bir yabancının bulunmasından rahatsız oluyorlardı.

Günçalı'da sağ kesimi temsilen yalnız ben vardım. Ancak Günçalı Artova merkezden de, Sarsu'dan da iyi bir yerdi. Tokat merkeze bağlıydı. Ulaşım ve yaşam şartları daha iyiydi. Günçalı'da dört yıl çalışmak zorunda kaldım. Çünkü mevcut ortamın olgunlaşması, haksızlıklara ve tarafgirliğe karşı şahitler gerekiyordu. Ben hem şikayetçi, hem şahit olamazdım. Karşımda bana tahammülü olmayan on bir öğretmen vardı.

Hani, beterin beteri vardır diye bir deyim vardır ya. Günçalı'da ikinci yılımdı. Ortaokula Mardinli bir öğretmen atandı. Bu arkadaş gelince beni unuttular. Mardinli Şafii mezhebindendi. Eşi baştan aşağı siyah bir örtü içinde gezerdi. Üstelik yüzünü gizleyen bir de peçesi vardı. Eşinin peçesi yüzünden bu arkadaşımızın adı Peçeli kaldı. Tokalaşınca abdestleri bozulacağından kimseyle tokalaşmazlardı

Peçeli bir gün yakaladığı bir güvercini kesip pişirerek yemişti. Bunu duyan bütün Günçalı ayağa kalktı. Çünkü Günçalı halkı güvercinleri mukaddes sayıyordu. Çok uzun süre dedikoduları yapıldı. Peçeli ben de dahil bütün arkadaşlar ve halk tarafından dışlandı. Fazla barınamadı. Bir yıl sonra atamasını yaptırıp gitti.

Bir akşam, sonradan arkadaş ve dost olduğum Çamlıbel Pancar Bölge Şefi Mehmet beyle ava gittik. Gittiğimiz yer daha önceden bildikleri bir yerdi. Dört kişiydik. Yarım saat içinde beş altı tavşan avladık. Kuzu gibi tavşanlardan birini de bana verdiler.

Gece vakti tavşanı Günçalı'ya, evime getirdim ama bunu nasıl yiyecektik? Bana zaten yezit gözüyle bakıyorlardı. Tavşan da Alevi-Bektaşi inanışına göre eti yenmeyen bir hayvandı. Gizlice derisini yüzüp etini buzdolabına sakladım. Derisi ile başını da bir torbaya koyarak beldenin yakınındaki kuru dere yatağına attım.

Kimse fark etmemişti. Pişirip yedik.

Boş zamanlarımda radyo ve televizyon tamiri yapıyordum. Günçalı halkının büyük çoğunluğu kış mevsiminde İstanbul'a çalışmaya giderdi. Dönüşte bitpazarından hurda, tüpü bitmiş, eski televizyonları alıp getirir, evlerinde seyrederlerdi. Çabuk bozuldukları için bana çok iş çıkıyordu. Televizyon yayınları yeterince gelmiyordu. Sonradan muhtar bir yansıtıcı cihaz bağlattı. Daha iyi seyretmeye başlamıştık.

Peçeli gitti ama yezit inatçıydı. Günçalı'da dört yıl kadar çalıştım…