I.Bölüm: Bir adam var(dı)…
Bir adam var(dı)…
Bir dönem işkenceci…
Bir dönem itirafçı, Susurluk'u açığa çıkarıyor.
Bir dönem ülkücü, bir dönem Nurcu… Çocuklarını Fethullah Hoca'nın okullarında okutuyor.
Bir dönem emniyetteki Fethullahçıları deşifre ediyor…
Bir adam var(dı)…

Devletin emniyet müdürü… Ve devlet, onun telefonlarını dinliyor…
“Haliç'teki Simonlar” adlı bir kitap yazıyor…
Devrimci Karargâh adlı sosyalist devrimci bir örgütün mensubu olarak yargılanıyor.

Bir adam var, şimdiki zamanda… Demokrasi ve hukukun normal bir hayat sürdüğü ülkelerde olsa zamanında yaptığı işkencelerden yargılanması gerekirken cemaatleri hedef alan bir kitap yazdığı için suçlanıyor ipe sapa gelmez iddialarla…

Zira onu şimdi yargılayan zihniyet ile zamanında peşine düşmeyen zihniyet özünde aynı… İçerik farklı görünse de… Ama her iki taraf için de “hukuksuzluk” değişmeyen tek şey… Bu ülkede demokrasi zaten özürlüydü/hastalıklıydı; ayrıca mevcut iktidarın da demokrasi konusunda çok da niyetli olmadığını görüyoruz. İktidar, demokrasiyi ihtiyaçlarına göre geliştirip daraltıyor. Bir elbise misali…

Seçim barajı, siyasi partiler yasası, YÖK, yerel yönetimler yasası, anadilde eğitim gibi demokrasinin turnusol kağıdı işlevi görecek uygulamalara sırtını dönen bir iktidar; “demokrasi, özgürlükler ve hukuk” konusunda ne kadar inandırıcı olabilir ki?..

Yakın tarihimizde acaba “hukuksuzluk” hiç bu kadar ikiyüzlüce ve “demokrasi” bu kadar dillere dolandırılarak yapılmış mıydı?

Bir taraf Avcı'nın neden tutuklandığını, diğer taraf ise Avcı'yı, bizahiti kişinin kendisini tartışıyor. İki tarafın da foyasını meydana dökmek gerekiyor: Bir taraf kendine verdiği “cephane” dolayısıyla Avcı'yı/kişiyi melekleştiriyor. Diğer taraf da “melek gibi adammış; ama…” diye başlıyor.

Abartılı ve kaba bir son da mümkün bu bölüm için: Olur böyle vakalar, cemaat yakalar!..

II.Bölüm: Stockholm Sendromu ve Kıssadan Hisse…

Geçtiğimiz çeyrek yüzyıl bizleri çok değiştirdi. Hafızaların sıfırlanma operasyonuyla birlikte, yeni nesiller; yani masallara bağımlı biz yeni gençler hiç bir şey bilmiyoruz artık. Bilmediğimizi bilmememiz de bu işin bir parçası…
Milli Eğitim Bakanlığı'nın önemli katkısıyla devleti bir “aşk” nesnesi olarak algılayıp algılattıkça kanımız kaynadı. Hâlbuki bazı şeylerden şüphelenmeliydik; ama şüphelenmememiz de bu işin bir parçasıydı... Örneğin yedi sekiz yaşındaki çocuklara daha okumayı öğrenmeden öğretilen “devletin bölünmez bütünlüğü” maddesiyle birlikte bizler daha o yaşta sebebini tam anlamadığımız bir tutkuyla “Devletin bütünlüğü bölünmez!” diyerek haykırmayı öğrendik.
Kapital sistem bizleri bu yıllarda kucakladı tonton bir amca sevecenliğiyle… Bu arada önünden geçtiğimiz her karakolun, emniyet müdürlüğünün, asker kışlasının içinde birilerine hayat dar ediliyor ya da yaşam hakkı ellerinden alınıyordu.
Televizyondaki tek kanalda yaka paça götürülen solcuları, Kürtleri, radikal İslamcıları gördükçe içimiz rahatlıyor; devletimizin bütünlüğüne tehlike arz edebilecek bir başka unsurda ortadan kaldırılıyor diye “sevindirik” oluyorduk.
Tabiri caizse biz devlete tapıyorduk; ama devlet bizim taptığımız devlet değildi. Olmadı, olamazdı da… Bunları tarih derslerinde hiç duymadık; çünkü bu da işin bir parçasıydı.
Bugün “devletin çekirdeği”ni kırarsanız içinden birbirine karşıt güçler değil, ortaklaşa bir tezgâhın olduğunu görürsünüz. Suni karmaşalar yaratılarak demokrasi, özgürlükler ve adaletin geleceği hala engelleniyor. Bu ülkede pırıl pırıl nesillerin üzerinden faşizmin tankları yürüdü kaç kez... Yine de “cellâdına sevdalanacak” kadar aptal sanıyorlar bizleri… “Stockholm sendromu”nu çoktan atlattık, haberleri yok…
Bilindik bir hikâyeyi hatırlatarak bitirelim: Ünlü İngiliz dedektif Sherlock Holmes, yardımcısı ile geceyi çadırda geçiriyormuş, gecenin bir saatinde yardımcısı panikle Sherlock Holmes'a demiş ki: “Efendim, kalkın! Bakın! Ne görüyorsunuz?” Sherlock Holmes da demiş ki: “Yıldızları, mehtabı…” “Başka, efendim?” “Uzayı…” “Daha başka?..” “Kâinatın ne kadar sonsuz olduğunu…” En sonunda yardımcısı dayanamamış ve demiş ki: “Efendim, görmüyor musunuz? Çadırımızı çalmışlar!..”
İşte bizimki de bu hesap!.. “Çadır”ı çalıyorlar; ama bize neler anlatıyorlar?..

* * *

Bu haftanın kitap önerisi, son dönem edebiyatımızın en önemli isimlerinden sayılan Murathan Mungan'ın Metis Yayınları'ndan çıkan “Gelecek” adlı şiir kitabı olsun…