Benim dedemle yanyana

Yazılı kalacak adım

Yıldızların söneceği

Güne yıldızlar sakladım. (Arif Nihat ASYA)

Beni bir gün asacaklar elbet. İdam edilmek üzere doğanlar, ekran başında ölmeyecekti tabiki. Yine ağlamak acılı annelerin karı olacaktı. Dal gibi yere düşünce yiğidi. Avucunda parıldayan sevda güvercininin, yürekleri yakan şavkıydı iliklerimizi ısıtan. Yine de halk arasında destansı bir türkü gibi fısıldanacaktı cengaverlikler; ekran başındakilerin hiç hatırlanmamasına inat...

Kim o deme boşuna

Benim ben

Öyle bir ben ki gelen kapına

Baştan başa sen. (Özdemir Asaf)

Yüzünü ekşitmeden acılara merhaba demek sabrın en büyüğüydü. Ayrılık acısına söylenen terennümlerin bu kadar çok olması, sabrın az olması mıydı? Ve ya her karşılaşılan ufacık bir sıkıntıdan sonra bile isyana sarılmak, Müslümce teselliler arayıp, arabesk takılıp, bunalım geçinmek çare miydi, ferman dinlemeyen gönül yarasına? Yazılan şiirler yalan, söylenen sihirli sözler hicran, duyulan hisler nalan, kurulan hayaller miydi muallakta kalan? Aşk herkese öğrettiği imtihanı, yine mi sürmüştü namluya? Mermiler gül olsa ne yazar. Halden anlayan seyrekleşmişse encamına acıyarak bakan...

Niceleri gelip neler istediler

Bırakıp dünyayı sonra gittiler

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

İnan o gidenler de hep senin gibiydiler. (Y.Emre)

'Kim zerre kadar hayır işlerse, mükafatını; kim zerre misgal şer işlerse mücazatını görecektir.' Açıktı söylenen her kelime, irfan ve hikmet erbabına. Anlayana sivrisineğin saz olduğu gibi. Önemli olan çok bilmek, çok yaşamak, çok yapmak, çok gezmek, çok sevmek, çok yemek, çok uyumak, çok keyf almak vb. değildi elbette... Anlama ve anlayana bürünmemiş her çokluk içinde korkunç bir boşluk taşıyordu. Hayatın inşası için düşünülmesi ve yapılması gerekenler; hayatın iflası için 'bir daha mı geleceğiz dünyaya' safsatasının kurbanı oluyordu...

Ben bir Müslüman'ım!..

Perişanım.

Çünkü İslamiyet perişan.

O ağlarken ben gülemem,

O ölürken ben kalamam...

Hep yanlış anlaşılan bir din demagojisinden bahseder olduk toplumca. Demek ki görevden imtina edip; 'havalar çok sıcaktır' deyip sefere çıkmayanlar var. Ya da çoluk çocuğunun, makamının, servetinin, zamanının kendini zincirlere bağladığı, biz; 'çer çöpler'. Musab bin Umeyr'in Medine'de bir yıl içinde İslam'ın konuşulmadığı bir ev bırakmaması, mitolojik bir olgu herhalde. Bu ballandıra ballandıra anlatılan tarihi kilometre taşları, gerçek anlamda hislendiğimiz zamanlarda azıcık gözlerimizi yaşartsın diye vardı zaten. Ne gerek vardı ki; terk edesin dünyaya bağlayan nefsi heyecanları...

'Ve yıldızlarda düşer

Hem de en acımasız yerinde hayatın

Umuda dayanan kaleler sallanır

Arkasından tutulmaz o şahlanan atın...'

Kazanılmış bir zafere talip olup, yanlışlığı ortadan kaldırmak, olanlara engel olmamak, yoksa yenilerini yetiştirip gibi toplumsal bir görevi, ferden icra etmek dururken; hep hariçten gazel okuyan, bir şeyler yapmaya çalışanlara mani olan, 'Birisi çıksa da..' edebiyatıyla kendi cevherine sırt çeviren, ihtisas yapmadığı alanlarda ahkam kesenlerin ağzına bakıp yolunu tayin edenleri gördükçe, beyinsel bir değişimin ne kadar uzun zaman alabileceğini düşündüm. Eğer bayılmışsanız ölüm yakındır. Ayılmayı ve aymayı müthiş bir infilak zannetmek, görev anlayışının ne kadar pahalıya satıldığını gösterir. Sorumlu olmayı kendine zül addeden cahiller, mutluluk oyunu oynayan bedevilerdir. Medeniler, bedevilere galebe çalmadıkça, yalancı ağlayışların, sahte gülücüklerin, bayatlamış esprilerin, çelişmiş beyinlerin, ikiyüzlü aşkların, yalancı makyajların saltanatı devam edecektir.