*Gaziantep gibi bir sanayi kenti olan Bursa gecikerek de olsa şampiyonluk elde etmesine rağmen Gaziantepspor bunu başaramadı. Hep üst sıraları zorladı en iyi zamanda bile bir başaltı takımı oldu. Başarılı değil. Baktığımız zaman sanayideki ekonomideki geçerli kurallarla Gaziantepspor’un aynı paralelde yönetilmediğini görüyoruz.

*Sergen’i antrenör değilken buraya getir ondan en yüksek verimi al, iki kere ayrılmak istemesine rağmen elde tuttuktan sonra bırakmak ve onun yerine Okan hocayı almak bunlar gündelik ilkelere dayanmayan kararsız politikaların sonucu oluşan şeyler.

*Gaziantepspor zaman zaman şansıyla tesadüflerle yada daha kötü yönetilen kulüplerin ligde yer almasıyla ligde yaşamaya devam ediyor. Ama bu tünelin ucunda ben ışık görmüyorum

TSYD eski Başkanı Milliyet gazetesi köşe yazarı Atilla Gökçe’yi gazetemizde ağırladık. Kendisiyle Türk futbolu ve Gaziantepspor hakkında uzun bir sohbet ettik. Atilla Gökçe, sanayi şehirlerinin futbolda daha başarılı olduğunu Gaziantepspor’un bunu kısmen başarabildiğini söyledi.. Kulübün yeteri kadar iyi yönetilmediğini ifade eden Gökçe, son dönemlerde şansının yardımıyla ve daha kötü yönetilen kulüpler nedeniyle ligde kaldığını belirtti.

Usta yazar Atilla Gökçe Endüstriyel akımın daha fazla olduğu şehirlerin başarılı sezonlar çıkararak kupalarla sezonun sonunu getirdiğini ifade ederek; “ Son yıllarda tabloyu değiştirmeye çalışıyorlar ama endüstriyel futbolda gelişim hep liman ve endüstri kentlerinin üzerinde yoğunlaştı. Yani İtalya’da Milan, İnter, sanayi kentinin temsilcileri. Başkent takımı Roma onlarla aynı şansta olmasa da mücadele etmeye çalışıyor. Torino’da biliyorsunuz sanayi şehri. İtalya’da endüstrisinin başkenti konumunda bulunan Juventus’ta bu rekabetin içerisinde. Başkent Roma’da bulunan bir başka takım Lazio’da tüm bu takımların arka planında kalan bir takım. Fransa’da yine Paris Saint Germain uzun zamandır kış uykusunda olan bir takımdı. Yıllar sonra bu uykudan arap sermayesiyle uyandı. Öte yandan İngiltere’de Manchester City, Manchester United, Liverpool sanayi kenti. Başkent ekibi olan Chelsea dışardan taşıma rus milyarder Roman Abramoviçle hayata dönmeye çalıştı. Şimdi buradan bakılılacak olursak. Endüstriyel futbolun yaşaması için endüstriyel kentlerindeki spor kulüplerinin bulunması lazım. Gaziantep böyle bir kent. Türkiye’de özellikle yerli sanayinin dışa bağlı olmadan da bişeyler üretebilen bir sanayinin iftihar edilebileceği bir yer..

KULÜP GELENEKLERİ YERLİ YERİNE OTURMAMIŞ

Gaziantepspor’un uzun yıllar üst sıraları kovaladığını ancak Bursa gibi şampiyonluk yaşayamadığını belirten Gökçe: “Yine bir sanayi kenti olan Bursa gecikerek de olsa şampiyonluk elde etmesine rağmen Gaziantepspor bunu başaramadı. Hep üst sıraları zorladı en iyi zamanda bile bir başaltı takımı oldu. Başarılı değil. Baktığımız zaman sanayideki ekonomideki geçerli kurallarla Gaziantepspor’un aynı paralelde yönetilmediğini görüyoruz. Yani endüstrinin gerektirdiği finansal yapı yok Gaziantep’te. Kişilere bağlı bir borçlanarak borcu çevirme politikası var. Kulüp gelenekleri yerli yerine oturmamış. Sosyolojik olarak ta Gaziantep giderek kentin temsilcisi olma iddiasından uzaklaşmış. Farklı boyutlara gitmiş. Öte yandan hemen her yıl büyük kulüplere 2-3 transfer yaparak para kazanan oyuncu yetiştiren kulüp bakıyorsunuz son zamanlarda Cenk Tosun belki bu fikri unutturabilir ama büyük üretkenliği yok. Avrupa kupalarında temsil etme fırsatı bulmuş ülkeyi ama bunlar sürekli olmamış. Bence bu Gaziantepspor’un Gaziantep halkıyla ilişkilerinin kopmasına bağlı birşey. Artı belli bir elde aynı yönetimin elinde giderek küçülerek maaşları ödeyemez hale gelerek iddialarını gerçekten uzak ifadelerle parlatırken, o iddiaların çok gerisinde küme düşme sınırlarına takılan bir Gaziantepspor öne düşmüş. Bunun ne Gaziantepspor’a ne Gaziantep vilayetine ne de içinde bulunduğu spor toplumuna faydası olabilir. Gaziantepspor’un durumunu ilgiyle ve üzüntüyle takip ediyorum.

FATMA ŞAHİN’İN ATILIMLARI SONUÇ VERMEDİ

Taraftarların tribünlere çekilmesi konusunda yaratıcı çalışmalar yapılması gerektiğini dile getiren Atilla Gökçe bu konuda sivil toplum örgütleriyle iş birliği içerisinde olunması gerektiğini söyledi. Gaziantep’te binlerce öğrencinin bulunduğunu ve bunun bir avantaj olduğunu belirten Gökçe: “Öncelikle kentle barışmalı. Bu barışta kendiliğinden olacak bir şey değil. Sivil toplum örgütleri, taraftarlar, futbolseverler, koca bir üniversite var. Dinamik bir topluluk binlerce öğrencisi olan bir üniversite. O çocukların hepsi Gaziantepli olmasa da kentlerinde iddialı bir takımın bulunmasından keyif alırlar destek verirler. Gaziantepspor’un büyük takımlarla oynadığı maçlarda tribünleri doldurabilirler. Bu organizasyonun oluşması için onların stada getirecek her türlü önlem alınır. Ucuz bilet fiyatlarından tutun ilgi çekici transferlere kadar. Baktığımız zaman bunlara çok özen gösterilmediğini görüyorum. Öte yandan Fatma Şahin kendisi bakanken çalışmalarını saygı ve takdirle izlediğim sayın belediye başkanımın zannediyorum seçimin öncesinde ya da hemen sonrasında Gaziantepspor kulübü ile ilgili önemli atılımları oldu ama çok sonuç verdiğini düşünmüyorum bu atılımların.

TÜNELİN UCUNDA IŞIK GÖRMÜYORUM

Gaziantepspor’un ligdeki diğer takımların yeteri kadar iyi yönetilmediğinden dolayı ligde şans eseri kaldığını dile getiren Gökçe: “Sergen’i antrenör değilken buraya getir ondan en yüksek verimi al iki kere ayrılmak istemesine rağmen elde tuttuktan sonra bırakmak onun yerine Okan hocayı almak bunlar gündelik ilkelere dayanmayan kararsız politikaların sonucu oluşan şeyler. Gaziantepspor zaman zaman şansıyla tesadüflerle yada daha kötü yönetilen kulüplerin ligde yer almasıyla ligde yaşamaya devam ediyor. Ama bu tünelin ucunda ben ışık görmüyorum.

DEĞİŞİME KARŞI DİRENEN BİR YAPI VAR

Kulübün güç halde ayakta durduğunu ancak buna rağmen değişime karşı direnen bir yapı olduğunu söyleyen Gökçe çelişkili bir anlayışın var olduğunu ifade etti. Ya kimse başını ağrıtmak istemiyor ya da durum o kadar kötü ki kimse elini taşın koymak istemediğinden değişimin yaşanmadığını belirten Gökçe: “Zamanında Celal Doğan’ın tekelindeydi Gaziantepspor. Şimdi İbrahim Kızıl’ın elinde. Yani değişime karşı direnen bir yapı var Gaziantepspor’da. Yani güç halde ayakta duruyor kulüpler. Ama çok güçlü duran değişmez yönetimleri var. Ya da kulüp o kadar zor durumlara girmiş ki kimse alıp bu zorluğun içine dalıp girmek istemiyor yani başını ağrıtmak ve enerjisini kaybetmek istemiyor. Böyle giderse Türkiye’de başka alanlarda sanat alanında, popüler konularla ilgili alanlarda gelişmeler olabilir.

TÜRKİYE’DE SPOR SİYALLAŞMIŞ DURUMDA

Teknoloji bazı iş alanlarında sermaye olmasa da büyük başarı vaat ediyor. İnternet ticaretini alalım göz önüne. Dolayısıyla böyle insanlar kötü yönetilen organizmaların içine girip onları kurtarmak adına enerjilerinden zamanlarından kaybetmek istemiyor. Türkiye’de sadece Gaziantep değil bütün spor siyasallaşmış durumda. Bunun mevcut siyasetle ilgili olarak söylemiyorum. Popülist politikalar, akıldan uzak davranışlar, tepkiler, refleksler eğitilmediği için tepkisel oluşuyor. Hangi olay karşısında kulüp yöneticileri hangi tavrı takılacak, akıl yoluna pek başvurmadıkları kendi bildiklerinin en doğrusu olduğuna inandıkları için kulüpleri kötü yönetiyorlar ve içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Bence ülkede sporun en büyük çıkmazı açmazı budur. Hep devletten bir şeyler beklemek, hep federasyonlardan bir şey beklemek. Arsa tahsisi, vergi muafiyeti, vergi cezalarının affı gibi kaçamak yollarla ayakta durmaya çalışıyorlar. Popülist anlamda bu tavrı destekleyen başka organizmalarda var. Bence bu tünelin ucunda çıkış yok sıkıntı var.

TOPLU KONUT YAPILAN YERLERE YEŞİL ALANLAR YAPILMALI

Türkiye’de eski binalar yıkılıp yenileri yapılırken, gökdelenler alışveriş merkezleri yükselirken ihmal edilen bir şey var yeşil alan spor alanları. Bu projeler biraz daha sosyolojik sorumlulukla yapılsa örneğin toplu konutların olduğu yerlerde spor alanı içinde belli bir en az limiti konarak şu oranda yer ayrılacağı belirlense bu ayrılan yeşil alanlar içinde federasyonlar bir altyapı çalışması için organize olsalar amatör kulüplere kiralansa ya da tahsis edilse bu işler olur. Ama Türkiye gelişirken bir yandan da kendi değerlerini kaybetmeye başladı.

TÜRKİYE POPÜLİST BİR KÜLTÜRÜN TUTSAĞI OLMUŞ

Kültür yozlaşması başladı. Biz her şeyi hazır istiyoruz. Türkiye facebook’u, twitter’i, cep telefonunu işte teknolojinin getirdiği nimetleri en yoğun biçimde kullanan ülke. Adamın evde akşam tenceresinde olup olmadığını bilmiyoruz ama elindeki iphone dikkatimizi çekiyor. Bundan sosyal anlamda tatmin oluyor. Ama sosyolojik anlamda baktığımız zaman bu üretmeyen sadece kullanan üzerine kafa yormayan yarına dönük bir birikim yaratmayan bir kültür. Bu kültür sabırsız bir kültür. O yüzden Gaziantep27 Gazetesi’nde de benim çalıştığım Milliyet’te de televizyonlarda da size Chelsea’dan Gaziantep’e bir yabancı oyuncu geliyor desek belki havaalanına gidecek bir 150 kişi bulursunuz. Onunla ilgili demeçler analizler yayınlanır. Aynı Diego Ribas’a Fenerbahçe’nin yaptığı gibi. Sanki uzaydan bir yıldız gelmiş gibi. Bugüne kadar bunları çok gördük. Ama buna karşılık genç takımlardan oyuncu yetiştirmeye yönelik daha sessiz daha kararlı daha akıllı uygulamalar ne medyada karşılık bulabilir ne de kulüp yöneticilerinde karşılık bulabilir. Çünkü popülist bir kültürün tutsağı olmuş bu ülke.

DÜNYA KUPASINI ALT YAPI HOCALARI KAZANDI

Aslında en değerli hocalar dünya kupasını kazanan Almanya’da alt yapı hocalarıdır. Çünkü onlar futbolu bıraktıktan sonra ertesi gün eğitimciliğe başlamazlar önce kendilerini eğitirler. Oralarda 60-70 yaşlarında tecrübeli hiç endüstriyel rekabete girmeden eğitimci ustalar bulunuyor. Türkiye’de böyle bir şey yok. Türkiye’de satın al, kullan, at diye bir tüketim mantığı ve kültürü var. Bu kültür otomobil alırken de, tişört alırken de, telefon alırken de futbolcu alırken de uygulanıyor. O yüzden Türk sporunun arka bahçesinde endüstriyel sporun acımasızlığıyla harcanmış nice yıldız eskisi bulacaksınız. Televizyondakiler sizi oyalamasın aldatmasın. Esneyerek, geğirerek yorum yapan tipler var eski topçu, onların bir bölümü saygıyı hak ediyor ama bir bölümü ise istismar ediyor.

REKABET GELİŞMENİN EN ÖNEMLİ MOTORUDUR

Rekabeti tekeline alıp yerel ve dar rekabet alanlarından kaçıp önceliklerle rekabete yürütmek isteyen kulüpler var. Böyle bir gelenek oluştu. Adanaspor, Adana Demirspor birbirini çekemedikleri için, birbirlerinin ayağına sürekli çelme taktıkları için, Karşıyaka, Altay, Göztepe kulüplerinin taraftarları, yöneticileri ayaklarına çelme taktıkları için ne oldu şimdi baktığımız zaman tabloya yoklar şimdi süper ligde. Ya da gelseler bile bi süre uğruyup geri dönüyorlar. Rekabet gelişmenin en önemli motorudur. Bu rekabeti zehirlerseniz, sağlıksız, hastalıklı bir hale getirirseniz o rekabet kafalarda ruhlarda devam eder. Kuşaktan kuşağa geçen miras gibi.

MAZZOLA ANISI

Ama hiç bir zaman gelişme, başarı sağlamaz. Şimdi mesela ben Adanaspor-İnter maçı için Adana’ya gittiğimde Mazzola ile röportaj yapmıştım benim meslek hayatımın güzel anılarından biri. Düşünün ben İstanbul’dan kalkıp İnter takımını izlemek için Adana’ya gidiyorum. Mazzola ile röportaj yapıyorum. Benim harcadığım para, yemem içmem, Adana ile ilgili gözlemlerde bulunmam. Adana-İnter maçını yazarak eleştirirsek kamuoyunda bir olay üzerine dikkat çekmem artık tarih oldu. Adanaspor maçları eskiden iki üç kalemden yazılırken bugün bakıyorsunuz gazetelerde iddia sonuçları olarak bir satır yer alıyor. Bu acı bir şey.

NİYETİN OLMADIĞINI GÖRÜYORUM

Gaziantepspor ile Gaziantep Büyükşehir Belediyespor takımı diyelim süper ligde buluştular. Bu kent iki değil üç takımı da kaldırır akıllı yönetilirse. Hayal rakamlarla abuk transferler yapılmazsa iyi yönetilmiş bir rekabet ortamında iki kulübünde hem gelirlerini artıracağını hem başarı sağlayacaklarını hem yerel gençlikler için hayaller kurdurabileceğini düşünüyorum. Tabi baştada söylediğim gibi bu doğrudan yönetimlerinde razı olması, niyet etmesi gereken bir olay. Ha bu niyet var mı hiç emin değilim, olmadığını görüyorum.

ALMANYA’YI TAHMİN ETMİŞTİM

Hayatımda bir kere iddia oynadım sonucuna da bakmadım. Şans, talih oyunlarıyla hiç işim olmaz. Ben takımların sporcuların gelişimine rekabet alanına katkılarına oradan ne kadar etkilendiklerine, sürdürülebilir rekabete ortak olup olmadıklarına bakarım. Kendimce de görüşlerimi yazarım. Bunların bire bir tuttuğu gibi iddiam olamaz. Ama şunu söyleyeyim ben kupa oynanmadan önce favorim Almanya diye yazdım. Almanya’nın yarı finalde Brezilya’yı eleyeceğini yazdım. Arjantin’inde İspanya’yı eleyeceğini yazdım fakat İspanya değil Hollanda geldi yarı finale ve Arjantin onları eledi. Arjantin-Almanya maçının da Almanya tarafından kazanılacağını yazdım. Bu futbolcuların ayağına bakarak, antrenörlerin kafasına bakarak yapılan bir değerlendirme değil. Ülkelerin futbola bakışlarına yaptıkları yatırımlara akılla pratik arasındaki ilişkiye bağlı bir şey. Almanya 2002 dünya kupasından sonra kendisini inanılmaz bir şekilde yenileyerek ülkede yaşayan misafir işçilere onların çocuklarına Alman vatandaşlığını kâğıt üzerinde kazanmışlara kültürel olarak ta kucak açtı.

HİKÂYELER ÇOK ÖNEMLİ

Bunda 2006 dünya kupasında Türk gurbetçiler arabalarına Alman bayrağı takarak günlük hayatta gösterdikleri örneklerle etkili oldu. Dünya Kupasını kazanan Alman milli takımda Boeteng gibi kardeşi Gana’da oynayan Boateng gibi Mesut Özil gibi Türk asıllı bir kardeşimiz var. Podolski ve Klose gibi polonya asıllı iki oyuncu var. Khedira gibi Tunus asıllı var. Futbol sayesinde Almanya kendi içinde yaşayan hitlerci, ırkçı, neonazi guruplarına karşı bile bir duruş gösterdi Alman devleti ve federasyonu. Hayır, biz burada hep birlikte yaşıyoruz, Alman toplumunu hep birlikte oluşturuyoruz. Milli takımda da sağlıklı bir uygulama ile başarı getiriyoruz diyebiliyor. Alman milli takımın yaş ortalamasına bakın inatla, ısrarla çok genç yaşta büyük başarı sağladılar. Takımlar sadece antrenmanla, istatistikle tanınmaz onların hayat hikâyeleri, vizyonları, hedefleri, mesaileri, çalışmaları var onları göze alırsanız tahmin etmek çok şaşırtıcı olmaz.

ALİ BUDAK - MUHARREM TÜRKOĞLU