Üniversiteye başladığım hafta birden bire kendimi bir kulübün kuruluş aşamasında bulduğumda hissettiğim duygu o kadar eşsizdi ki. Bugün olduğum noktadan o günlere dönüp baktığımda ne kadar güzel bir başlangıç yapmış olduğumu düşünüyorum. Liseyi bitirdiğim küçük Anadolu şehrinde, ÖSSden bile önce, internet nimeti sayesinde hedeflediğim okulun sitesine her gün girip bütün gelişmeleri takip ederdim. Sitede kulüpler arasında en çok dikkatimi çeken henüz faaliyetlerine başlamamış ancak kısa bir amaç metni yayınlamış Sosyal Bilimler Kulübü olmuştu. Kulübün öyle bir sorunu gündeme getirme iddiası vardı ki, lisede takip ettiğim aylık ekonomi dergilerini okurken, hep aklıma takılan bir sorundu. Sorguladıkları şey iktisadın hep matematiksel temellere dayandırılarak sosyal bilimler ile ilişiğinin kesilmesinin ne kadar eksik bir anlayış olduğuydu. Gerçekten de iktisatçı olma hedefim çok iddialı olmasa da şu günlerde, her iktisatçının aynı zamanda derin bir sosyal bilimci olmasının çok önemli olduğunu düşünen bir sosyal çalışmacıyım. İşte tam da bu noktada, sosyal bilimlere uzak bir iktisadın kör, sağır hatta dilsiz olduğu görüşündeyim.

Öğrenci kulüplerinin gerekliliğini tartışmaya bile gerek yok. İstanbul Üniversitesi gibi ülkemizin öncü ve geleneğini geleceğe aktarma iddiasında olan saygın bir eğitim kurumunun bu konuda da örnek teşkil ettiğini görmek çok güzel. Fakültelerin bünyesinde bulunan kulüplere ilaveten, bir de Öğrenci Kültür Merkezi adında rektörlüğe bağlı ayrı bir birimin olması, öğrencilere birçok seçenek sunuyor. Ben bu nimetlerden azami ölçüde yararlanmayı bilmiş şansını kendi yaratan öğrencilerdendim. Almanca derslerinden çıkıp fotoğrafçılık atölyesine koşar, oradan da kulüpteki dergi basımı çalışmalarına katılırdım. Okuldan heybemde ne kaldı diye düşündüğümde, ilk dersimizde hocamızın söylediği 'son sınıfın son dersinde düşünün, tek hatırlayacağınız her arz kendi talebini yaratır olacaktır demesi aklıma geldi. Elbette bu bir mübalağa idi. Durum o kadar vahim olmasa da, çok parlak da sayılmaz. Teorik olarak yoğun gördüğümüz derslerin çok kalıcı olduğunu söyleyemem. Peki okul bize ne öğretti? Araştırma yapmayı, kulüplerde takım çalışmasını, öğrenme hevesi diri tutmak için neler yapmamız gerektiğini, bilinçli bir toplumun ancak bilinçli bireylerden oluşabileceğini, neden çalışmamız ve başarılı olmamız gerektiğini, yıllarca mesleğine emek vermiş hocalarımızın tecrübelerini ve birikimlerini yaşama fırsatını. Bunlar paha biçilemez şeyler. Teorik dağarcığımız ne kadar geniş olursa olsun, bunlar olmasa hep eksik kalır hayat serüvenimiz.

Peki güzel de, öğrenme açlığı yaşayan, sosyalleşme ihtiyaçlarını okullardaki kulüplerle gideren genç insanların birbirleriyle, kulüpler arası iletişimini sağlayan bir mekanizma neden yoktu? Bu soruyu da okul yılları ilerledikçe sordum durdum. Neticede İBB öncülüğünde bir platform kurulduğunu duyunca hem sevindim, hem düşündüm düşündüm düşündüm. Birleştirici bir üst çatı olmadan, kulüpler bu işi eş hiyerarşik bir yapı içinde beceremezler miydi? Hem de kamu bürokrasisi işin içine girmeden, siyasi partilere bulaşmadan diye uzayan bir liste sıralandı zihnimde. Yine de yerinde görmek için Platformun düzenlediği II. Organizasyonel Gelişim Kampına katıldım. 3 gün boyunca Şile Dedeman Otelde 400 kadar kulüpçü genç insan düşündük, konuştuk, yarattığımız sinerjide, birlikte neler yapabiliriz diye projeler geliştirmeye çalıştık. Çok parlak insanlarla tanışıp, başka etkinliklerde, toplantılarda karşılaştıklarımız da oldu.

II. Or-ge Kampta ısrarla üzerinde durduğumuz bir konu olan, yönerge/yazılı tutanak eksikliğinin giderilmesi ile sizinle aynen yönergedeki hali ile platformun amacını paylaşmak isterim: İstanbul ili öncelikli olmak kaydıyla, Türkiyede bulunan üniversitelerde kurulmuş ve amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren öğrenci kulüplerinin bir arada, ortak organizasyonlarda bulunmasını sağlamak, buna istinaden gençlerimizin, kültürel, bilimsel, sanatsal, sportif, iletişim vb konularda kendilerini geliştirmelerine ilişkin programlara, projelere ve faaliyetlere katılımlarını sağlamanın yanında bu alanlarda söz sahibi olmalarını amaçlamaktadır.

Bu kampın üzerinden koca 8 yıl geçti...

Şimdi soru şu, Anadoludaki iller ne zaman harekete geçecek? Daha da önemlisi kulüpçülük bilincinin üniversite yönetimlerinin öncülüğünde atılımcı, girişimci ve cesur öğrencilerle yayılacağını unutmamak lazım. İşte bu nedenle özellikle yeni kurulan genç üniversitelerimiz, bünyelerindeki cesur öğrencilerin önünü açmalı ve kulüp kurma faaliyetleri için her türlü desteği vermeliler. İstanbuldan söylemesi :) Haydi Anadolunun genç ve güzel insanları, isminize yakışır işler yapmaya!