?Biliyorum, bu devletin işi??
Kaset skandalından sonra CHP?nin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal?ın yakın çevresine sarf ettiği bu cümle, ömrünün neredeyse kırk yılını devletçi siyasete adamış bir adamın isyanı/hayal kırıklığı olarak da okunabilir/değerlendirilebilir. CHP?nin 22-23 Mayıs 2010?daki Olağan Kurultay?ı öncesinde ortaya çıkan bu durum tabii ki birçok siyasi okumayı gerektirdiği gibi komplo teorisyenlerine de çokça malzeme sunduğu su götürmez? AKP?nin son on yıllık süreçte Türkiye siyaset yaşamındaki rolünün iç ve dış dinamiklerin de katkısıyla önemli bir güce/evreye ulaştığı rahatlıkla görülebilir. Ancak içerde ve dışarıdaki bazı güç odaklarının AKP?nin gerek dış gerekse iç politikadaki hızlı manevralarından rahatsız olduğu ve kendilerince buna bir çeki düzen verme ihtiyacı duydukları da biliniyordu. Deniz Baykal şahsında CHP üzerinden yürütülmeye çalışılan ana muhalefetin tıkanıp başarısızlığa mahkûm olduğunun görülmesi üzerine muhalefete yeni bir kimlik kazandırma ve bir yıl sonra yapılacak genel seçimlerde olabilirse AKP?yi iktidardan indirme, olmazsa bile AKP?nin kan kaybetmesini sağlayarak dizginleme ve ileriki süreçte kontrol edilebilir bir çizgiye çekme çabası içerisine girildi. Yani AKP?yi bitirmenin yolunun Deniz Baykal şahsında kendine kimlik bulan statükocu siyasetin bitirilmesinden geçtiğine dair derin bir kanının oluşması bu süreci tetikleyen ana etken oldu. Kapitalist dünya sisteminde egemenlerin iktidar adına neler yapabileceklerini anlamak için on on beş yıl geriye bakmak bile yeterli? Sistem, kendi iktidarını sürdürebilmek ve koruyabilmek adına hiçbir hukuku ve etik kuralını tanımadığını birçok defa ispatladı bize. Dünya siyasetinin tartışmasız en güçlü aktörü konumundaki ABD?nin 42. Başkanı Bill Clinton?ın uygulamaya koyduğu bazı politikalardan dolayı iç ve dış derin yapıların müdahalesi ile nasıl alaşağı edildiğine tanıklık etti bütün dünya. Bakınız Monica skandalı ve 11 Eylül saldırıları? Bizim tarihimizde ise darağacına gönderilen başbakan ve kabine üyeleri (Adnan Menderes ve arkadaşları), askeri darbeler (1960, 1971, 1980, 1997), komploya kurban edilen cumhurbaşkanı (Turgut Özal?ın şaibeli ölümü), sağlık problemleri yaratılarak kenara alınan lider (Bülent Ecevit) ve daha niceleri? İktidarın kimi zaman kendini korumak, kimi zaman da yeniden yapılandırmak adına var olana biçim verme çabasının bir sonucu olarak siyasi tarihimize her biri birer kara leke olarak yazılması gereken olaylar silsilesinin son kurbanı da Deniz Baykal? Türkiye siyasi tarihindeki demokrasi mücadelesinde safını bu mücadeleyi yürütenlerden yana seçmeyip bürokratik askeri vesayet sisteminden yana tavır alan CHP/MHP çizgisinin bittiğini aylar önceden yazdıklarımızda da dile getirmiştik. Dünya değişirken, egemenler saflarını yeniden belirlerken ezberlenmiş sözcükler ve argümanlarla bu döneme cevap olamayacağı aşikâr yapıların aşılması da sonuç itibariyle kaçınılmazdı. Ancak demokratik sistemlerde bu tür yapıların aşılması seçimler yoluyla gerçekleşirken bizim gibi yapısal problemlerini çözümleyememiş ülkelerde iç ve dış güçlerin belirleyiciliği maalesef ön plana çıkıyor. Sonuç olarak Türkiye siyaset yaşamına eğrisiyle doğrusuyla damgasını vurmuş önemli bir siyasi aktörün bu biçimde siyaset sahnesinden çekiliyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Meclisteki çamur siyasetini görüp de insanların topraktan yaratılmadığına inanmamak mümkün değil, diyordu BDP?li Ufuk Uras? Katılmamak mümkün mü?..
Son dönem şiirimizin ustalarından olan Hüseyin Atlansoy?un ?Sebepsiz Hüzünler Sultanlığı? adlı şiirinden bir dizeydi: ?Ülkem, laboratuvara sıkıştırılmış bir kahkaha??