12 Eylül darbesi olunca bütün Türkiye'de her şey normale dönmeye başladı. Herkes şapkasını önüne koymuş, derin derin düşünüyordu. Ceviz'li öğretmenleri olarak bizler de öyleydik. Neler olacağını merakla beklerken Gaziantep'te neler olup bittiğini el altından öğrenmeye çalışıyorduk. Ancak darbenin bizlere de dokunacağı kesindi. Ben biraz kaygısız duruyordum. Çünkü son beş altı yıl içinde hiçbir eyleme katılmamış, şahsımla ilgili soruşturma da geçirmemiştim.

Gelen haberler pek hoş değildi. Sonradan ve birden bire zengin olanların hepsi de toplanarak gözetim altına alınmışlardı. O zamanki gözetim süresi doksan gündü. İşkenceler, ölümler gırla gidiyordu. Sıkıyönetim vardı. Gece yirmi dörtten sonra kimse sokağa çıkamıyordu. Aldığımız duyumlara göre gece yarısından sonra Gaziantep Asri Mezarlığında bir takım insanlar mezar kazmakta ve bazı ölüleri gömmekteydi. Tabi ki, bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu bilmiyorduk. Ancak işkence sırasında ölenlerin gömüldüğü söyleniyordu.

Gaziantep 9. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı yönetimindeydi. Milli Eğitim Müdürlüğündeki bütün sicil dosyaları askeri kamyona yüklenerek tugaya taşınmış, tek tek incelenmeye alınmıştı. Geleceğimiz incelemeyi yapan subayların vereceği karara bağlıydı.

Bütün bunlar yaşanırken bazı okul müdürü ve öğretmenler açığa alınmaya, ya da sürgüne gönderilmeye başlandı. Eğer Cevizli'de görev yapan öğretmenler de sürgün edilecekse bunlar arasında sürgüne en son gönderilecek kişinin ben olduğumu düşünmekteydim. Çünkü benden önce birçok olay yaşanmıştı. Mesela okul müdürü İbrahim hoca Yusuf Emre adında bir öğretmenin evini kurşunlatmıştı. Cevizli'de yapılan soruşturmaların odağında müdür İbrahim ile Veysel hoca vardı.

Beldenin otobüsleri yolcularını okulun önündeki harman yerinden alır, dönüşte de aynı yerde indirirlerdi. Bir gün Gaziantep'ten dönen otobüsten siparişlerimi almak için otobüsün yanına gittim. Otobüsün muavini Mustafa bana sarı bir zarf uzattı. Zarfın üzerinde adım yazılıydı.

Zarfı hemen açtım ve yarım dosya kağıdına yazılmış yazıyı okudum. Yazı aynen şöyleydi;

''Atamanız Tokat Valiliği emrine yapılmıştır. Üç gün içinde Gaziantep'teki kurumunuzdan ilişiğinizi keserek Tokat'ta göreviniz başında olunuz.''

İmza; 9. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı.

Şaşırdım. Demek ki, Cevizlide en ağır ve acil olarak sürgün edilmesi gereken suçlu benmişim ki, herkesten önce benim sürgün emrim bana ulaştırıldı.

Büyük bir psikolojik çöküntü içine girdim. Ancak yapacak bir şey yoktu. Ertesi günü ile giderek bağlı olduğum ilköğretim müdürlüğünde gereken işlemleri yaptırdım. İlköğretim müdür yardımcısı TÖB-DER yöneticisi ve aynı zamanda mutemetti. Otuz bin lira yolluk tahakkuk ettirildi. Yolluğu aldım. İlişiğimi kestim. Tayini durdurmak için arayış içine girdim ama herkes öcüden korkar gibi kaçıyordu önümden. Son derece samimi olduğum bir ilköğretim müfettişi bile yanımdan selamsız geçmişti.

Üç küçük çocuğum vardı. Bunalıma girdim. Bir büyük şişe rakı alarak Cevizliye döndüm. Altından kalkılması zor sıkıntılar içindeydim. Ertesi sabah şişeyi açtım. Akşama kadar içtim. Gün batım sırasıydı. Ev sahibinin davarları yaylımdan gelmiş, karısı onlarla ilgileniyordu. Ben de ikinci kat damda, evimin önünden onları seyrediyordum. Birden her şey karardı. Ne olduğunu anlayamadım.

Sızmış ve damdan aşağıya, taş döşeme üzerine düşmüşüm.

Olayı duyan arkadaşlar bir öğretmen arkadaşımızın arabasını getirip beni bindirmişler. Yolda kendime geldim. Hastaneye götürüyorlardı. İşin garibi beni hastaneye götüren solcu Veysel hocaydı. Araba da sol görüşlü ortaokul müdürü Hüseyin hocanın arabasıydı.

Bir süre sonra Devlet Hastanesi Acil Servisine ulaştık. Doktor beni bir muayene yatağının üzerine oturttu. Elinde iğne iplik. Hiçbir uyuşturucu tedbir yok. Başımdaki kırıkları ayakkabı diker gibi dikiyor. İğneyi her batırıp çekmesinde çat diye bir ses beynimde ötmekte. Acı da peşinden gelmekte.

-N'oluyor doktor bey, ayakkabı mı dikiyorsun?

Cevap;

-Bu adam sarhoş. Canımı sıkmaya başladı.

Fazla tartışmaya girmedim. Kafamdaki kırıklar dikilince beni eve gönderdi. Gaziantep'te oturan ablamın evine gidip yattık. Ancak sabahleyin kalkınca ne yaptımsa yerimden kalkamadım. Vücudumun her tarafında dayanılmaz ağrılar vardı. Ablamın ve eşimin yardımıyla lavaboya gidip geldim. Biraz sonra Kilis'in köyünde yaşayan kardeşim Mustafa geldi. Bir taksi çağırdı. Beni sırtına alarak öğretmenlerin tedavilerinin yapıldığı Sağlık Eğitim Merkezine götürdü. Doktor muayeneye gerek görmeden devlet hastanesine sevketti.

Devlet hastanesinde bir sedyenin üzerinde epeyce bekledim. Sonunda takım elbise gitmiş bir doktor geldi. Ayak parmaklarımla el parmaklarımı oynatmamı istedi. Dediklerini yaptım. Beni üst katlardan birindeki üç yataklı bir koğuşa yatırdı.

Aralık ayı ortalarındaydık. Sekiz gün hastanede yattıktan sonra ayağa kalkabildim. Bu süre içinde aldığım yol parasını da harcayarak bitirdim. Gaziantep'ten ilişik kesmiş ama Tokat'ta göreve başlamamıştım. Aybaşı yaklaştığı halde maaş bile alamayacaktım. Hastanede yattığım süre içinde Veysel hocanın da Tokat'a sürgün edildiğini, yolluğunu alarak orada göreve başladığını ve istifa ederek Cevizliye döndüğünü öğrendim. Veysel hoca ilk yerel seçimlerde Hollandalı İsmail'e rakip oldu ve beldeye muhtar seçildi.

Belkemiğimde bir yerde kırık, iki yerde açılma vardı. Tepe üstü düşerken çamaşır ipi boynuma gelerek beni doğrultmuş, tabir caizse tepe üstü düşerken dönmüş ve kıç üstü düşmüş, öne doğru ikiye katlanıp tekrar sırtüstü yatmıştım. Düştüğüm yer taş döşemeydi.

Hastanede düşünme zamanım çoktu. İstifa etmeyi kuruyordum. Kış kıyamette üç çocuk, eşim ve ben nasıl gidecek, nasıl yerleşecektik?

Doktordan beni taburcu etmesini rica ettim. Henüz iyileşmemişken taburcu oldum ve Cevizli'ye döndüm. Yakınlarıma da istifa edeceğimi söyledim. Zaten yol parasını harcamıştım. Beş kuruş param bile yoktu.

12 Eylül darbesi benim için mi yapılmıştı acaba?..