Aslında “Başörtüsü siyasi simge olsa ne olur? diyen Başbakan bu alandaki hükümetin yürüme yolunu çok önceden belirlemişti. Şimdilerde bir bardak suda fırtına kopartan hükümet ve muhalefetin diğer kesimi, yüzlerini halka dönerek durumu kendi lehlerine çevirme telaşındalar. “Bakın, biz gerekeni yaptık. Ama izin vermediler” serzenişi içinde Türk halkının yumuşak karnı ve en hassas meselesi haline getirilen başörtüsü siyasi bir kazanca tahvil edilmek isteniyor. Bu sefer hep birlikte Anayasa Mahkemesine dönülüyor. Hukukun meclis iradesinin dolayısıyla Türk halkının karar alma kabiliyetine hegemonyacı bir anlayışla tahakkümde bulunduğu ima ediliyor. Sanki halk iradesinin tamamı T.B.M.M'ne yansımış gibi. Halbuki AKP adaletsiz seçim sisteminin bir tezahürü olarak arkasına aldığı kamuoyu desteğinin çok ötesinde haksız bir temsil sayısı elde etmiştir. Burada asıl birbirine karıştırılan gerçek, AKP'nin aldığı her kararın halk iradesiyle özdeşleştirilmiş olmasıdır. Türk devleti AKP'yle başlamadı. AKP'ylede bitmeyecek. Bu meyanda Meclis'teki AKP'li vekiller ise Türk halkının ekseri gücünü temsil etmiyorlar. Kaldı ki, bir hukuk devleti gerçeği var. Bu ülke sultanın monarşisine dayalı şehzade iradesiyle yolunu belirlemiyor. Yasaların ve yüksek Yargı'nın üzerindeki hiç bir güç olamaz. Yasalar karşısında Başbakanında, sade bir yuttaşında aynı eşitlikte olduğunu ne zaman kabul edeceksiniz? “Anayasa Mahkamesi haddini aşmıştır” diyen Meclis başkanı işleyen hukuksal süreci kabulleneceğine” bu durumu “İmam işerse cemaat ne yapmaz?” noktasına getirmeyi başarmıştır. Karara hukuki değil siyasal bulanların siyasal takıntıları da cabası.