Dünya üzerinde yaşayan hiçbir canlı kendi kendine yetecek güce ve kudrete sahip değilken, asosyal insanların hemen hemen hiçbir alanda başarılı olamayışını görmezden gelemeyiz…

İnsanlar bir çevrede doğar, bir aileye, milliyete tabi olur, bir meslek sahibi olup, dini inanç ve yazılı-yazısız birçok toplumsal düzeni sağlayan kurallar çerçevesinde birbirileri ile doğrudan iletişim halinde yaşar ve ömürlerini tamamlayıp dünya üzerinden ebediyen sürecek olan ahret hayatına göç ederler. Hani bir hadis vardır; “Hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahrete çalış”…

Dünya üzerinde sayılı yılları birer birer tüketen biz insanlar, şu kısa ömrümüzü nasıl en verimli şekilde hem kendimize hem de sosyal çevremize olabildiğince verimli geçiririz diye düşünmemiz gerek…

Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdiğimiz mesleki bir etkinliğin ardından bir anda aklıma bunlar geliverdi. Bizler ait olduğumuz sosyal çevrenin birer parçası olarak sosyal bireyler olup, insanlarla iyi ilişkiler kurmaya, aynı ortak amaca birlikte yürümeye, birlikte yaşama zorunluluğumuzu hiçbir zaman unutmadan yaşamalıyız diye düşündüm.

Organizatörleri içinde yer aldığım en son mesleki etkinlikte, etkinlik öncesi onlarca meslektaşımla birebir görüşmeler yaparak ulaşabildiğim herkesi davet ettim ve Pazar gününü beklemeye koyuldum. Yıllardır bu işlerin içinde olan birisi olarak dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.

İki çeşit insan tipine rastladım. Hani derler ya sosyal, asosyal insanlar diye…

Birinci grup ne zaman nerede bir etkinlik olsa, muhakkak takip eder, kendine mutlaka katılmalıyım diye şart koyar, yeni insanlar tanımaktan mutlu olur. Diğer gruptaki insanlar ise mümkünse bana kimse karışmasın, tek başıma veyahut 3-4 kişiden oluşan çekirdek ailemle kafamı dinleyeyim, bir yerlere gideceksem kendim gideyim, yeni insanlarla tanışıp da ne yapacağım? Şimdi gelir durumum iyi, kimseye ihtiyacım yok, meslektaşımı tanısam ne olacak, tanımasam ne? Hani Nuri Sesigüzelin bir türküsü var, “Kara kaş gözlerin elmas, Bu güzellik sende de kalmaz.”

Kimse şu an ben iyiyim, kimseye ihtiyacım yok demesin. İnsan insana her zaman lazım…

Aslında sosyolojik açıdan araştırma konusu yapılması gereken bir konuyu tespit ettim sayılır, belki de bu konuda birçok araştırmalar yapılmıştır. Araştırma fırsatım olmadığından tam olarak bilemiyorum. Bir tarafta elinden geldiğince tüm toplu etkinliklere katılmak arzusu olan insanlar, diğer tarafta mümkün mertebe toplu sosyal etkinliklerden sürekli uzak durmaya çalışan insanlar topluluğu ile karşılaştım…

Sanki insanlar eskiden daha sosyal, daha birbirini seven, kucaklayan bir yapıdaydı. Belki şartlar şimdiki gibi çok daha üst düzeyde değildi ama, samimiyet vardı, insanlar arası birbirine güven vardı. Eskiden evi uzakta olan, köyde olan çocukları okula gönderirken bırakın servis şoförünü, dolmuşçuya, otobüsçüye emanet edildiğini hepimiz biliriz.

İnsanlar gerek gelir seviyesi gerekse de teknolojinin etkisiyle daha çok bireyselleşmeye, birbirilerinden daha çok uzaklaşmaya, bencilleşmeye ve gelenek görenekleri unutma eğilimindeler. Eskiden bir muhitteki tüm esnaf birbirini mutlaka tanır, insanlar birbirine kefil olurken, şimdilerde tanış olmayı bırakın, karşı dükkandaki esnaf, komşusunun ne iş yaptığını bile bilmez oldu…

Çocuklarımız artık sokakta oynamaz oldu, insanlar birbirini tanımaz oldu, eskiden oturduğumuz mahalledeki komşularımızın hepsine evimizde ne varsa güvenip anahtarlarımızı bile teslim eder, gönül rahatlığı ile her yere giderdik.

Ama maalesef ki, ne biz eskisi gibiyiz, ne de dünya…

Bireyselleşme, bencilleşme yönünde hızla ilerliyoruz…

Gelecek hafta görüşünceye dek hoşça kalın…