Osmanlı döneminin ünlü Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin ''Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim'' sözlerini hatırlayalım.

Kitabımda anlattığım olayların özüne inersek düşüncelerimizin ucu Meclis'e ve Milli Eğitim Bakanlığına kadar uzanacaktır.

Türkiye'mizde Milli Eğitim Bakanlığı görevini başaracak yetenek ve donanımda olmayan kişiler bakan olarak kurumun başına gelmektedir. Bakandan başlayan çözümsüzlük ve olumsuzluklar müdürlere, müfettişlere ve öğretmenlere kadar inmekte.

Her ne hikmetse bakanlık koltuğuna oturanlar marifet göstermek istercesine ilk iş olarak eğitim ve öğretim sistemini değiştirme gereği duymakta. Bunlara kredili sistem veya 4+4+4 gibi sistemler örnek olarak gösterilebilir. Hal böyle olunca da Milli Eğitim sistemimiz yaz-boz tahtasına dönüşmekte.

Eğitim ve öğretim siyaset dışı kalmak zorundadır. Ancak bizde öğretmen, müdür, müfettiş, genel müdür ve bakan zincirinin bütün halkaları siyasilerin şemsiyesi altında ve onların arzularına göre hareket etmek zorunda. Böyle olunca da eğitim milli olmaktan çıkarak omurgasız bir eğitim haline gelmekte. Düz bir hat yerine kırık çizgiler üzerinde yürümekte.

Öğretmen yetiştiren fakültelerin mezunları işsiz gezerken öğretmenlikle ilgisi olmayan fakülte mezunlarının öğretmen olarak atandığı bir dönemde yaşıyoruz. Eskiden okuldan mezun olduktan sonra iş bulamayanlar polis olurlardı. Şimdi de öğretmen olmaktalar. Eğitim ve öğretim sistemi birkaç yılda bir değiştirilmekte. Adı Milli Eğitim olmasına rağmen ''milli'' olmaktan uzaklaştırılmakta. Eğitim kalitesi her yıl bir derece daha geriye alınmakta.

Sistem akıl ve bilim çerçevesinde düzenlenmediği sürece her gelen yeni nesil eski nesli aratacaktır. Gelecek geçmişin devamıdır. Devletin devamlılığı gelecek nesillerin geçmiş temelindeki devamına bağlıdır.

Öğretmenlik mesleğinin mukaddes ve ülkenin geleceği için hayati öneme sahip bir meslek olduğu unutulmamalı. Ekonomik sıkıntılar içinde huzuru kaçan bir öğretmenden tam kapasite verim beklemek akılsızlıktır.