Kadına şiddetle ilgili söylenen sözler doğrusunu isterseniz bana tuhaf gelmeye başladı! Aile içi kavgaların çıkma nedeni yerine, kadının "şiddet" görmesini konuşmak ve bunu sürekli hale getirmek "çağdaş Türkiye" imajına "leke" sürüyor! Hele bunu "sıradan" biri değil, çözüm ve çare sorumluluğu yüklenmiş "kimseler" söylemez mi; kaygım biraz daha artıyor. Kadının kadın değil, "anne" olarak görülmediği toplumlarda şiddetin önüne geçilemeyeceğini, eğitim eksikliğinden kaynaklanan "izansızlığın", karşı cinse tahakküm boyutuna ulaştığını bilmeyen mi var? Ağzı olanın "konuştuğu" her toplumda, çözüm yerine çözümsüzlüğün boyut değiştirerek artacağı muhakkak iken; konuyu bilimsel değil, avam söylemlerle çözmeye çalışmanın bir yararı olsa bugüne kadar aile içi şiddetin önüne geçilebilirdi. Bence yapılması gereken tek şey, kadının "adı" değil, "işlevi" tescil edilmelidir. Çocuk mu bakacak, eviyle mi ilgilenecek; çalışıyorsa, aile ekonomisine katkı mı sağlayacak; "kariyer" mi yapacak? Yani kadının hangi "kimlikle" anılması gerektiği hakkında söylenecek sözlerden çok, kadının "neci ve niceleği" belirlenmeden sonuç almak mümkün değildir.! Türk kadınına aile içerisinde biçilen rolün "bilincinde" olmayanların konuya beylik sözlerle yaklaşma gayreti zaman kaybettirmekten öteye gitmez! TEK SORUN ERKEK RAHATLIĞI Erkek egemenliğinin hakim olduğu her toplumda, kadının adı şiddetle anılıyorsa, hastalık bellidir. Sosyal statüsü hala belirlenmemiş kadınlara, "şiddetten koruma" kalkanı olmak isteyenlere bir bakın; tamamı erkektir! Kadın, asırlardır devam eden bir aykırılığın tam ortasında yer almaktadır. Kadının "şiddet" konusundaki mağduriyeti; şiddetin kaynağı olarak gösterilen karşı cinsin "üstünlük" sağlamak istemesi şeklinde adlandırılması tartışma götürür bir tesbittir. Kadının kimliği ve aile içerisindeki sorumluluğu arttıkça şiddetin de dozu artmaktadır! Devletin çalışanlara tanıdığı mesai dışında mesai yüklenmiş kadınların et ve kemikten yaratılmış olduğu göz ardı edildikçe sorun içinden çıkılmaz hal almaktadır! Kadının hala "cinsel bir obje" olup olmadığı netleşmemiş; "doğurganlık" dışında başka ne gibi ödevleri olduğu tam olarak belirlenmemiştir. Bu kadar belirsizliğe mahkum edilmeleri yetmiyormuş gibi, çocukla çocuk, büyükle büyük olması beklenen kadın, içerisine düştüğü çaresizlik yüzünden kendi kimliğiyle kavga eder hale gelmiştir! Kadın, niye kadın olduğunun cevabını aramakta, ancak bulamamaktadır. Erkek rahatlığına "kurban" edilen kadınlara uygulanan şiddetin önüne geçme gayretinin boşa çıkma sebebinin bu olduğunu sanıyorum. EKONOMİK ÖZGÜRLÜK ÖNCELİĞİ TANINMALI Kuruluş biçimi, "ergenlik" boyutu ve zamanlama açısından son derece önemsenmesi gereken evliliklerin, şiddetten uzak tutulabilme fikrini "özel bir kalkana" ihtiyaç duyulduğu şeklinde desteklemenin manasızlığı ortadadır. Aile kutsiyyeti ve ciddiyetinin kamuoyunda tartışılacak ve birilerinin "yardımı" ile ayakta duracak değer olmadığı kabul edilmelidir. Akıl ve sorumluluk paylaşımının egemen olmadığı bireylerce kurulan evliliklerde paylaşım adaleti yok oldukça aile içi şiddet sıradan bir biçim halini alır. Erkeğin, "Karım değil mi, döverim de severim de kim karışır!" mantığına; kadının "Erkeğim değil mi, döver de severde" hoşgörüsü katkı verince, olması gereken olmuyor! "Erkeğin vurduğu yerde gül biter" rızasıyla büyütülen kızların, erkek egosu ile büyütülen karşı cinse "emanet" edildiği sürece, şiddet denilerek geçiştirilen abukluğun önü alınamaz. O sebepledir ki, lafla önüne geçilmek istenen "şiddet savaşının" mağduru hep kadınlar olarak kalacak ve egemenlik savaşı verdiğini sanan erkek cehaleti "bıyık burmaya" varan bir ukalalıkla devam edecektir... Bence çare aranacaksa, kadının ekonomik özgürlük kazanımında öncelik hakkı olmalıdır. Bilhassa çalışan kadınlarımızın emeklilik ve diğer sosyal haklarda erkeklerle eşit olmaları değil, onlardan bir kaç adım daha önde olmaları sağlanmalıdır. Bir yere varılmak isteniyorsa, buradan yola çıkılmalıdır.