Öncelikle Gazi kentimize hoş geldiniz der, yeni görevinizde başarılar dilerim. Dünya futbolunun son dönemdeki en önemli ve en renkli isimlerinden olan “los galacticos” un teknik direktörü Jose Mourinho'dan bir alıntıyla başlamak istiyorum: “Sadece futboldan anlayan bir teknik direktör, bugün kötü bir teknik direktördür. Hayatta kalamaz. Eğer her şeye hazırlıklı bir teknik direktör değilse iki günden sonra başarı elde etme şansı çok azdır. Sadece iyi yönetmek, iyi futbol oynamak, karar vermek ve kazanmak önemli değildir. Daha fazlası var. Heyecanlarını, egolarını yönetmesini de iyi bilmek gerekir.” Günümüz futbolunda bir futbol takımının yeterince iyi olabilmesi, hızlı düşünüp hızlı karar vermesi ve hızlı hareket etmesine bağlıdır. Hız, neredeyse futbolun temel kuralı haline geldi. “Büyük balık küçük balığı yer.” Artık dünya, o dünya değil. “Küçük hızlı balık, büyük hantal balığı yutar.” anlayışının egemenliği söz konusu. Gaziantepspor olarak futbol oynama anlayışımızı değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Futbolda başarılı olmuş her takımın pratiğinde süreli, hedefli ve sonuç alıcı süreçler görmek mümkündür. Başlangıç olarak oyun sistemimizden başlayabiliriz. Çünkü sistematik olmaktan çok, şematik olan sistem algımızın, ciddi bir reform ve revizyona gereksinimi var. Futbol oynama pratiğimize daha ciddi bir yaklaşımla yakından bakma olanağı bulanlar, sıkça, hücum ve savunma aksiyonlarımızın merkezi bir akıldan yoksun olduğundan şikâyet ederler. Klasik, sadece 10 numaraya indirgenmiş anlayış… Zaten oynadığımız oyunun kalitesi ve düzeyi hem ortada hem de her şeyi anlatıyor. Merkezi bir plan ve akıldan yoksun; amaçsız, kör, isabetsiz ve titrek bir “dikey ya da yatay savunma” anlayışımızın sorunlarımıza çare olamayacağını düşünüyorum. Bir o kadar da plan ve akıldan yoksun; gölgesiyle savaşan ve titrek “dikey ya da yatay hücum” algımız ise, bereket olup rakip kalelere yağmaktan aciz… Oyun kalitemizin tescilli tablosu maalesef bu… Keyif vermekten uzak, tribünlerde ve ekran başında kahır bela katlanmak zorunda bırakıldığımız o harika (!) planlama ve aklımızın ürünü işte bunlar!.. Oyun disiplini, savunma dengesi, hücumda çoğalmak gibi her biri tek başına hiçbir anlam taşımayan “futbol yalanları”na öldürücü darbeler indirme zamanı geldi, geçiyor. Sistematik oyun kurgumuzda “bir oyun merkezi” yoksa, yukarıdaki kavramların size/bize bir faydası dokunmaz. Çünkü futbol adlı bu güzel oyunda her aksiyonu anlamlı ve anlaşılır kılan, oyun merkezimizin üretkenliğidir. Günümüzün başarılı futbol takımlarının tümünde bir oyun merkezi vardır ve her şey defalarca bu oyun merkezinin inisiyatifinde tekrar tekrar denenir. Hücum ve savunma aksiyonlarını bu merkez yönetir. Bu merkez, tek bir oyuncudan oluşmaz/oluşamaz. En az beş oyuncunun merkezde görev aldığı bu oyun anlayışında kaleci dâhil diğer beş oyuncu, bu merkezin etrafında pozisyon alır. Topun kapıldığı veya kaybedildiği yerde takım, merkezin pozisyon alışına göre oyunun bir parçası olur. Ayrıca hızlı düşünmek, hızlı karar vermek ve hızlı bir biçimde harekete geçmek, bir oyun merkezi olmadan mümkün değil. Bir ritim tutturmak veya bir oyunun temposunu ayarlamak artık, bir oyun merkezi olmadan olabilecek şeyler değil. Uzun lafın kısası Sayın/Sevgili Hocam, artık ne tür bir futbol oynadığımızı bilmek istiyoruz. Ve sizden bir önceki dönemde tribünlerde çektiğimiz ızdırabı yeniden yeniden bizlere/taraftarlara/seyircilere yaşatmanızı istemiyoruz. Portekizli Jose Mourinho ile başladığımız yazıyı Türkiye futbolunun genç/yeni jenerasyon hocalarından Tolunay Kafkas'tan bir alıntıyla noktalayalım: “Yerli hoca, yabancı hoca diye bir şey yoktur; iyi hoca, kötü hoca diye bir şey vardır.” Gaziantepspor ile ilgili itirazlarımızı yüksek sesle dillendirmekte sonsuz yarar olduğunu düşünüyorum. Çünkü dış dünyaya kapalı, sadece kendi deneyimleriyle sınırlandırılmış bir pratik, elbette yolumuzu aydınlatan bir deniz feneri niteliği taşıyamaz. Kasımpaşa ve Gençlerbirliği Maçlarına Dair Kenar Notları: Sezonun ilk iki maçını Milliyet gazetesinden Mehmet Demirkol'un parlak bir ifade ile tanımladığı “kaotik” futbolun amaçsız itiş kakışı olarak özetlemek, sanıyorum en isabetli tanımlama olacak. Yetenek palavrasına inandırılmış, egosu şişik oyuncu grubunun, birlikte oyun oynamayı unuttuğu, kalitesiz bir işbirliğinin öne çıktığı, rastlantısal bir orta saha ve hücum organizasyonlarının damgasını vurduğu iki maç izledik. Yeri gelmişken, yetenek palavrasına inananlardan değilim. Yetenek denilen şey çok çalışmanın form tutmuş halidir. Maalesef takımımız adına da bu iki maçta futbolun olmazsa olmazı sayılan “ortak aklın işbirliği”ne rastlamadık. Futbol topunun en özgür olduğu sıradan maçlardan birini izledik. Daha iyisini dört gözle bekliyoruz. Hepsi bu…