Eskiden maaş ödemeleri şimdiki gibi değildi. Mutemetler bordroları hazırlar, mal müdürlüğüne onaylatır, maaşları toplu olarak çeker ve öğretmenlere dağıtırdı. Köy öğretmenlerinin mutemetleri genellikle ilköğretim müdürü veya yardımcılarından biri olurdu. Her öğretmenden mutemetlik ücreti olarak cüzi bir para kesilirdi.

Artova'da köy öğretmenlerinin mutemetliğini ilköğretim müdür yardımcısı yapmaktaydı. Yalnız mutemedin bir uygulaması daha ilk maaşta dikkatimizden kaçmadı. Ders ücretlerini ayın ilk haftasında aldığı halde dağıtımını gelecek aybaşında yapmaktaydı. Bu yolla öğretmenlerin birer aylık ders ücretleri yılsonuna kadar bankada kalmakta, mutemet bu ücretlerden faiz kazancı elde etmekteydi. Bu durumu sürgün gelen arkadaşlara anlattım. Önce mutemedi uyaralım zamanında versin, vermezse şikayet edelim dediler. Uyarma görevi de bana verildi. Usulüne uygun şekilde mutemede anlattım durumu. İlköğretim Müdür Yardımcısı olan mutemedin tekerine taş koymuştum.

Köyde okul içinde hoca hanımın eşinden sürekli rahatsız olmaktaydım. Köyün çobanının hem de hiçbir yetkisi olmadan bana müdürlük etmesini hazmedemiyordum. Bunu hoca hanıma anlattım. Eşinin okulun iç işlerine karışmamasını söyledim. Hoca hanım bozuldu;

-Eşim çocukluğunda menenjit geçirmiş. İdare et abi, dedi.

Bir maaş günü müdür yardımcısından maaşımı alıyordum;

-Sen derslere zamanında girip çıkmıyormuşsun. Bazı günler hiç girmiyormuşsun, dedi.

-Siz onu müdür hoca hanıma sorun, diye yanıtlayınca sümenin altından bir kağıt çıkarıp bana uzattı. Kağıttaki yazıyı okudum.

Hoca hanım ''Bazı günler derslere hiç girmiyor, girdiği günlerde de çok geç giriyor…'' diye beni ilköğretim müdürlüğüne şikayet etmişti. Okula döndüğümde hoca hanıma sordum;

- Siz bana sürekli, sen benim abimsin. Derslere istediğin zaman girip çıkabilirsin. İşin olduğunda hiç girmeyebilirsin, diyordunuz. Söyler misiniz bana? Ben hangi gün derse girmedim? Hangi gün derse geç girdim? Bundan sonra çocuğunuza bakmak için sınıfımdan öğrenci almayacaksınız… dedim.

Hoca hanım durumu kocasına anlatmış. Kocası okula daha sık gelmeye başladı. Hatta derslerimi dinlemek için sınıfıma girmek istedi.

- Sen kimsin, necisin? Ben seni tanımıyorum. Defol git sınıfımdan. Okulda da davranışlarına dikkat et, diye tersledim. Sonra da aile büyüğü kardeşini çağırıp olayı anlatarak kardeşine sahip olmasını önerdim.

Arkadaşım olan eski muhtarı çağırıp durumu anlattım. Muhtar;

-Hocam bunlar beş altı kardeşler. Senden önce görev yapan öğretmeni toplanıp dövdüler. Adamlıktan uzak insanlar. Uyma bu densizlere, dedi.

İlçeye gittim. Oradaki polis arkadaşlara anlattım.

-İstersen arabaya atıp getirelim. Bir güzel benzetelim ama çözüm olmaz. Sen durumu Savcı Beye anlat. Bunların hepsi de hükümetten çok fena korkar, dediler.

Akşam üzeri Savcı Bey caddede gezinti yaparken yanına vardım. Durumu anlattım.

-Bunlar dayı desene hemşerim. O iti bizim damda biraz yatırırsam aklı başına gelir, dedi.

Birlikte yürüyerek hükümet binasına geldik. Makam odasına girdik. Bir dosya kağıdı çıkarıp uzattı.

-Bana anlattıklarını olduğu gibi yaz, dedi.

Olayı olduğu gibi yazıp verdim. İlk haftanın çarşamba günü köye postacı geldi. Bize imza karşılığı birer evrak verdi. Savcı bey bizi çağırıyordu. Ertesi günü adliyeye gittim. Hoca hanım, kocası, kocasının kardeşleri toplu halde gelmişlerdi. İfadeye ilk olarak hoca hanımın kocası Hasan'ı çağırdı. Hasan büroya girdi ama heyecandan kapıyı kapatmayı unuttu. Savcı yumruğunu masaya vurup gür bir sesle,

-Ulan ahırda mı büyüdün it oğlu it? Evinizin kapısı yok mu sizin, diye bağırıp çağırmaya başladı. Kapıyı benim görmem için bilinçli olarak açık bıraktırdı ve söylemeye devam etti.

-Kaç kardeşsiniz lan siz?

-Beş…

-Ulan siz beş kardeş Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı mı geleceksiniz? Gücünüz yeter mi ulan? Öğretmenin arkasında koca devlet var. Adam Antep'ten beri size hizmet etmeye gelmiş. Neye dayanarak dayılık satıyorsunuz?..

İfadesini aldıktan sonra kapının yanındaki düğmeye bastı. Gelen polise;

-Atın bu şerefsizi içeri, diye teslim etti.

Bir ara Hasan'ın abisi yanıma geldi;

-Geçen gün savcıyla bunun için mi geziyordun? Savcı giderse seni kim koruyacak..?

-Seni itinize sahip olun diye uyardım. Beni kimin koruyacağı kaygısı sana mı düştü? Seni de kardeşinin yanına göndermeden çek git yanımdan, deyince sessizce uzaklaştı.

Benim ifademi sordu savcı. Dilekçemdekinin aynısı dedim.

-Mahkemeye geleceksiniz, diye bizi serbest bıraktı.

Bu süre içinde hemşerim olan polisler bodrumdaki nezarethaneye sırayla inip çıkıyordu.

Hasan ve kardeşlerinin içine korku düşmüştü. Anlaşma yolları ararken eski muhtarla dost olduğumu düşünmüş, aracı olması için muhtara gitmişler. Muhtar çarşıda beni buldu;

-Hocam, bunlar yeterince korkmuşlar. Bana ricacı geldiler. Bir daha ağız açamazlar. Vazgeç bu davadan, diye minnetçi olmaya başladı. Saatlerce süren minnetten sonra muhtarı kıramadım.

-Ben vazgeçsem savcı geçmez.

- Sen söylersen geçer hocam. Ver elini öpeyim. Kardeşleri özür dilemek için benden haber bekliyorlar. Kapatalım bu konuyu.

Mesai bitmek üzereydi. Beraber savcıya gidip durumu anlattık.

-Ben o adamı kendi ifadesine dayanarak on ay hapis yatırırım, dedi.

Ricamız üzerine zile basıp Hasan'ı getirtti. Küfürbaz bir savcıydı. Yanımızda da hayli küfür ettikten sonra bana gelecek her türlü zarardan kendisini sorumlu tutacağını söyleyip bıraktı. Beraberce adliye bahçesine çıktık. Hasan köye kadar belki on kere tekrarladığı sözleri hemen söylemeye başladı.

-Valla savcı bey de erkek adam, Mehmet hocamız da erkek adam. Savcı yumruğunu masaya vurup bana silah gösteriyordu. Beni vurur diye korkumdan sesimi çıkaramadım. Savcı bey de, Mehmet hocamız da erkek adam…

Kardeşlerinin önde geleni;

-Köye giderken bizi de götürür müsün, diye sordu. Götürmem desem korktu diyecekler;

-Götürürüm, dedim.

Benim arabayla köye döndük. Tabi ki, Hasan adliye bahçesinde söylediklerini durmadan tekrar ediyordu.

Maşa dururken elini yakmamak gerekir.

Köyü de hiç sevmemiştim. Elektriği olan çok kadrolu bir okula tayin istedim.