Lise sıralarında kulaklarımızın edebiyat derslerinden aşina olduğu bir tartışma konusu vardı: Sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için mi?. O yaşlarda derin idrak yeteneğinden uzak olduğumuz, halkçılık ve eşitlik gibi sloganlaştırılmış değerlere kıymet verdiğimiz için elbette sanat toplum içindir ve öyle olmalıdır dedik. Ancak çağımızda sanata, siyasete, bilime, spora ve tarihe baktığımızda mevcut duruma daha farklı bir pencereden bakma gereği duyuyoruz.

Sanat özelinde izah edeceğimiz bu hususa diğer sayılan alanları da dahil edebiliriz.

Sanat veya diğer profesyonellik talep eden alanlar içerisinde yüksek gelir elde etmenin yolu toplum tarafından taktir edilmekten geçmektedir. Toplumun taktir etmesiyle birlikte gelecek olan popülerlik aynı zamanda TVlerde, gazete ve dergilerde yer almak yani tanınmış bir yüz olmak anlamına gelmektedir. Popülaritenin en hissedilir getirisi ise şöhret ve paradır.

Peki çağımızın en önemli övünç kaynaklarından olan şöhreti ve parayı sağlayan popülariteye nasıl ulaşılır? Yaptığınız işin popüler olması için toplum tarafından taktir edilmesi gerekmektedir. Peki toplumun taktiri nasıl kazanılır? Bunun çeşitli yollarının olduğunu düşünebilirsiniz ancak temel nokta toplumun yaptığınız işi anlayabilmesidir. İnsanlar anladıkları şeyleri severler. Siz de yaptığınız işi ne kadar çok insan anlasın isterseniz o kadar anlaşılır yani daha da basit hale getirmeniz gerekmektedir.

İşte bu düzenin doğurduğu popülarite kaygısı dinlediğimiz şarkıları, okuduğumuz şiirleri, dinlediğimiz bilim insanlarının demeçleri gittikçe basitleşiyor. Dinlediğimiz şarkı kısa sözcüklerden ve bol tekrarlı cümlelerden oluşuyor. Böylece aklımızda kalıyor. Sanatçı popüler olmak için yaptığı basit şarkılarıyla toplumculuk taslıyor. Toplum da bu basit şarkıları kolayca aklında tutabildiği için kaliteli olduğuna karar veriyor. Yani aslında bir şeyin kaliteli olup olmadığını algı yeteneğimiz karar veriyor. Aklımızı ve kapasitemizi zorlayıcı sanatsal ve bilimsel eserlerden uzak kalışımız ise kavraşımızı geriye götürüyor. Bu geriye gidiş çağımız sanatçısı için de getiri anlamını taşıyor.

Peki bu basitleşme sanatınımıza, bilimimize yani fikir dünyamıza neler kaybettirmektedir? Elbette en önemli nirengi noktası felsefe. Düşüncede ve sanatta derinleşmenin tabii yolu olan sormanın, sorgulamanın temeli felsefedir. Felsefenin yitirilmesindeki tek düzelik, alışıldık ve ileriye gidemeyecek bir hayat anlamına gelmektedir. Zorlanmayan akıl gelişmez bunu bilmemiz şart. Yani sanatçının ve bilim insanının topluma vereceği en büyük fayda aklını zorlaması ve yaptığı işe daha derin bir felsefe katmasıdır. Bu durum ancak sanatın sanat için yapılmasıyla mümkündür. Yukarıda izah edilen süreç sanatın toplum için yapılmasının sonucudur. Sanat ve bilim toplum için yapılırken gittikçe bir işletmeye dönmekte ve sadece popülaritenin getireceği kazanç düşünülmektedir. Ancak sanatçı ve bilim insanı toplum tarafından anlaşılma, beğenilme kaygısına sahip olmazsa işini kendi düzeyinde gerçektirecek ve yaptığı işi anlamak için toplumu felsefeye ve düşünmeye zorlayacaktır.

Felsefesi yüksek olan bir toplum ise her bireyiyle her mevzuyu mantık çerçevesinde tartışabilir, gerekli eleştiriyi getirebilir. Bunun dışındaki düşük sanat anlayışı toplumu aptallaşmaya ve sorgulamamaya, soru soracaksa da mantıksız bir hale iter. Otoriter yönetimler de sorgulamayan bir toplum istediklerinden bu şekilde bir uyuşturudan memnun kalırlar. TVlerin üzerimizdeki rolünü incelememiz bu konuyu anlamak için kafidir. Her evde izlenmese de açık olan TV, düşünmekle yakından uzaktan alakası olmayan programlarıyla aklımızı çürütmektedir. Aklın bu denli basitleşmesi ve nadasa terk edilmesi başlangıçta unutkanlığın önünü açmakta sonrasında ise akılla ilgili hastalıklara davetiye çıkartmaktadır. Bilmemiz gereken en temel realite kullanılan organın geliştiği gerçeğidir. O vakit beynimizi kullandıracak işlere, programlara yönelelim ki aklımız da gelişsin, bu yolla toplum ve memleket kalkınsın.

Batı dünyasının en ileri toplumları derin felsefi temelli eserlere sahiptir. Doğru soruları sormaları ve kaliteli sanatla muhatap olmaları Batıyı ilerde tutmaya devam etmektedir. Toplumların sanatçılardan en büyük talebi düşünmeye iteceği sanat eserleri üretmeleri ve bilimi hakettiği düzeyde icra etmeleri olmalıdır. Bunun için de evvela bilim bilim için, sanat da sanat için yapılmalıdır. Para için yapılan iş basittir, kalitesizdir. Toplumun buna paralel olarak sanatçısını ve bilim insanını maddi kaygılardan uzak tutması gerekir ki aynı zamanda bilimsel ve sanatsal ahlakın benliğinde bu kaygı yoktur. Eğer biz sanatçıdan gerçek sanat talep edersek piyasadan oldukça külliyetli miktar bir isim de silinecektir. Popülarite amacının ürettiği bu sözde sanatçılar, insanları ve toplumu felsefeden kopardıkları için en derin zararı vermekte ve onları düşünmekten alıkoymaktadır.

Sözün özü bize bizim için işini işi için yapan ahlak ve erdem gerekmektedir. Faydacı ve çıkara tapan akıllar bize sadece zarar verir. Ancak bunu yaparken aklımızı uyuşturduğundan bizler bu zararı fark edemeyiz. Gerçek sanatçı ortaya koyduğu ürünün toplumu ve geleceği etkilyeceğini bildiğinden o erdemle yetişir ve o dikkatle işini yapar. Ancak maddiyata derin sevgi besleyen bir insanın topluma sunduğu işle ilgili bir dikkati söz konusu değildir. Eğer bir dikkat ortaya koyacaksa o da eserinin basitliği ve maddi getirisidir.

Erdemli sanatçıların ve bilim insanlarının var olduğu toplumda suç oranı da azalacaktır. Düşünmeye sevk edilen insan yaptığı işin hem kendisi hem de karşısındaki insan için sonuçlarını düşünecektir. Buradaki en önemli ifadeyi fark ettiniz mi? Kişi artık düşünmeye sevk olacaktır. Ancak para erdemin yerine konuluyorsa, hırsızlık da aynı boyutta meşru olacaktır.

Felsefe ve erdemin paradan daha fazla şey ifade ettiği toplum içerisinde yaşamak da mutluluk verecektir. İşi ticaret olan manavın ve kasabın para kazanma uğruna her şeyi mübah görmemesi ve erdemi kendilerine yol kabul etmeleri, ürünlerin çürüklerini satmamaları anlamına gelir. Çünkü erdemli bir insan ticaret de yapsa kendisinin tüketemeyeceği kadar kötü olan bir ürünü satmaktan utanır. Erdemin hakim olduğu toplumda yaşayan bir futbolcu şike yapmaz ve alınterini ortaya koyan galip gelir. Adaleti ve huzuru verecek olan erdemli toplumun yolunu da düşünmeyi ve felsefeyi benimseten sanatçılar açacaktır. Sanatımızın sanat için olarak derinleşmesi bizlerle birlikte, toplumumuzu, ülkemizi ve geleceğimizi çok daha güzel bir konuma taşıyacaktır.

Dileyelim ki toplumumuz yeni Mehmet Akif Ersoylar, yeni Zeki Mürenler, yeni Farabiler, yeni Hüseyin Nihal Atsızlar yetiştirsin.