Şu bir gerçek, Gaziantepliler pahalılıktan şikayetçi.. Lokanta, Restoran ve Cafelerin uyguladığı fiyatlardan rahatsız.. Ramazan iftarlarında adam başı alınan rakamlar isyan ettirecek noktada. Bir çay 3.5 ve lira arasında değişiyor. Bir çay ya, bir çay..Yani bir bardak çay... Bir kahve 7-10 lira.. Tost filan yaptırırsan rakam 20 liraya gidiyor..

Maliyet filan hesaplaması artık insanın beynini zorluyor. Zaten restorantlarda kelle başı hesap yapılıyor. Alkol alırsan taban fiyat normal içtiğin takdirde adam başı 100 liradan başlıyor. Alkolsüz hemen hemen yaklaştı fiyatlara.. Mezeler bir tabağı 10 tanesinin maliyetiyle eşdeğer..Geçen hafta yazdık ve yetkililerin dikkatine sunduk. Çok oralı olana rastlamadım henüz.. Zaten alıştırılmış bu şehir. Pahalılık bir nevi kader olmuş bu şehirde. Bir nevi gürültü kirliğine, trafikteki rezilliğe alıştırıldığımız gibi.. Ne demiş evlat babasına; “Baba bu pahalılık kaç gün sürer?” Baba hemen cevaplamı, “40 gün evladım” Çocuk heyecanla tekrar sormuş ve “ucuzlarmı baba?” demiş. Baba çok net bir şekilde “yol oğul alışırsın” demiş.. Galiba bizleri de alıştırıyorlar yavaş yavaş.. İyi de bu deniz kenarındaki ve büyük şehirlerdeki fiyatlar niye Gaziantep’teki kadar fazla olmuyor, biri bunu cevaplasın da, vatandaşın adam yerine konulduğunu anlayalım..

MEZARLIĞA ÇEKİNEREK GİDİLİYOR

Bir ara azalmıştı.. Son dönemlerde yine çoğaldılar.. Galiba kapıdan takip ediyorlar ve nerede olursan ol, ziyaret edeceğiniz yakınlarınızın mezarı başına geldiğinizde, yanıbaşınızda dikiliyorlar. Bir iki derken bir de bakıyorsunuz 3-5 kişi oluveriyorlar.. Gidiyorlar çeşmeye, suyu doldurup mezarınıza döküyorlar. Sonra bekliyorlar sizi sabırla.. Para vermemek mümkün değil, çünkü çoğu zeballa gibi.. Birde bakışları, duruşları sanki uyuşturucu almış gibiler. Hele Cuma günleri daha da çoğalıyorlar.. Birisine para veriyorsun öbürü istiyor hemen.. Yani tam bir bela.. Versen bir türlü vermesen bin türlü.. Ne konsantrasyonunuz kalıyor, ne ziyaretine geldiğiniz yakınınıza okuyacağınız duanın anlamı.. Bilemiyorum, zor bir iş aslında.. Ama bu gidişle mezarlığa gidenlerin sayısı azalacak gibi gözüküyor.

BİRİ BİZİ BİLGİLENDİRSİNCumartesi günü bir kadın cenaze toprağa verilecek. Mezar başında işlem yapılıyor.. Hoca da okuyor tabii. O sırada hoca anons yapıyor ve “Sayın cemaat cenazenin birinci derecedeki yakınları dışında herkes arkasını dönüp uzaklaşsın”diyor.. İlk kez böyle bir olayla karşılaşan okurumuz “vallahi şu ana kadar en az 100 tane kadın cenazesine gittim, böylesini ilk kez görüyorum”dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse bende merak ettim. Bu işi bilse bilse Müftü veya yardımcıları bilir. Gerçekten bu uygulama doğru mu, ikincisi eğer doğru ise, bundan sonra tüm kadın cenazelerine katılanlar aynı durumla karşılaşacak mı? Cevap bekliyoruz efendim..

TEK YÖN UYGULAMASI PARK UYGULAMASINA DÖNDÜ

Büyükşehir için kent içinde trafiğin daha hızlı akış sağlaması ve kilitlenmenin önüne geçilmesi için birçok formül üretiliyor.. Bunlar içerisinde en önemlisi tek yön uygulaması.. Ama gelin görün ki, tek yön yapılan cadde ve sokaklar adeta park yerine dönmüş durumda. Yolun sağına ve soluna park eden araçlar nedeniyle eskisini aratır bir görüntü yaşanıyor.. Elbette park olsun ama yolun hem sağına hem soluna park izni verilirse, birde onların yanına park edenler çıkıyor ve uygulama amacından sapıyor. Şikayet ne kadar geliyor bilmiyorum ama tek yön yapılan yolların bu parklar yüzünden pek de amacına ulaştığını sanmıyorum.. Örnek isterseniz Kamil Ocak Stadından başlayıp devam eden yollara bakılabilir..

KAVŞAKLARDA BİR ARAÇ YÜZÜNDEN BİR ŞERİT KAPANIYORBir konu daha var tabii.. Özellikle kavşaklarda veya yakınlarında park edilen araçlar meselesi.. Yıllardır buna bir çözüm bulunamadı maalesef.. Güzergahlara göre, Trafiğin yoğun olduğu saatler belli.O saatlerde bir araç parketmiş ise, o şerit tamamen kapanıyor. Haliyle akış yavaşlıyor ve insanlar bazen kaza yapmamak için cambazlık ediyor. Ana arterlerde Büyükşehir yetkili olduğu için bu kavşaklarda ve dönüşlerde park yapan araçlara nasıl göz yumuluyor onu da anlamış değiliz.. Hele birde dönüşlerde aracının yarısını yolun ortasına gelecek şekilde parkedip gidenler insanı resmen çileden çıkartıyor.. Büyükşehir yetkililerinden ricamız, trafiğin yoğunlaşmaya başladığı saatlerde özellikle kavşaklarda ve dönüşlerde belirli süreliğine park yasağının uygulanması için harekete geçmesi olacaktır..Alternatif olarak ara sokaklara yönlendirilebilir.. Şu saatler arasında park yapılmaz diye tabela asılabilir..

ANNE VE BABALAR BUNU MUTLAKA OKUSUN

Doç. Dr. Şafak Nakajima'dan muhteşem bir teşhis. Eğer çocuğunuz varsa, hele hele küçüklerse, bu yazıyı dikkatle okuyun lütfen.. Haydi birlikte okuyalım:
"PRENS VE PRENSESLER ZOR DURUMDA!
80lerin sonundan itibaren doğan çocukların hemen hepsi birer prens ya da prenses.
Ve onlar şimdilerde çok zor durumda…
Çocukluk yıllarında bir dedikleri iki edilmeyen, imkânlar zorlanarak tüm istekleri gerçekleştirilen, evde en küçük bir sorumluluk verilmeden büyütülen, kendilerine arkadaş gibi davranmaya çalışan ebeveynlerini, her an estirebilecekleri terörle hazırolda bekleten gençler onlar.
Kendilerine, ‘Prensim,’ ’Prensesim,' ‘Paşam’ diye hitap edilmiş hep…
Aileleri tarafından soylu ilan edilen bu gençler; gerçek birer prens ve prenses olduklarına inandırılmışlar.
Dünyanın hep istedikleri gibi döneceğini sanmışlar!
Anne-babalarının gerçekleşmemiş düşlerini hayata geçirebilmek için o kurstan bu kursa koşturulurlarken, aslında ne müziğin ne de sporun tadına varabilmişler.
Sanatsal derinlikleri çok az.
Estetik kaygıları, nasıl göründükleriyle sınırlı çoğunun.
Dikkatleri dağınık, iç disiplinleri neredeyse hiç yok.
Bilgisayar ve telefon teknolojisinin gelişimiyle doğru orantılı olarak, iletişim ve ilişki kurma becerileri zayıf...
Sıklıkla yaşadıkları toplumun sorunlarına duyarsızlar!
Eğitim-meslek seçimleri ve çalışma yaşamından beklentileri, kısa yoldan para kazanmaya dayalı büyük çoğunluğunun.
Yaşları yirmilere yaklaştığında ve okul bittiğindeyse, kötü bir kâbusla uyanıyorlar!
Vahşi kapitalist ekonomik model, onların feodal unvanlarını tanımıyor!
Mezun olur olmaz iyi maaşlarla üst düzey yönetici olmayı hayal ederken, zorlukla buldukları işler için, ailelerinin bir ayda kendileri için harcadığı paranın yarısı bile olmayan maaşlar teklif edildiğinde ilk şoku yaşıyorlar!
Sıkıcı bir iş için düşük bir ücret karşılığı tüm zamanlarını isteyen işyerleri, nazlarını çekmeyen şefler-patronlar, en acımasız dedikodularla ruhlarını paralayan iş arkadaşları, prens ve prenses unvanlarının hayatta hiç bir karşılığı olmadığı gerçeğini en acı biçimde yüzlerine vuruyor.
Ebeveynlerinin onları her tür sorundan kurtarmasına öyle alışıklar ki, zorluklarla başa çıkacak iç donanımları çoğunda hiç gelişmemiş.
Düş kırıklığı ve anlam boşluğunun kaçınılmaz sonucu olarak kaygılı ve mutsuzlar.
Şimdiden, antidepresan kullanıyor bazıları…
Endişeli ve depresif ruh hallerinin çözümünde doğal tedaviler için başvurduklarında, sorunun bir hastalık değil, benlik ve yaşam algısı sorunu olduğunu söylediğimde çok şaşırıyorlar.
Hayatın değil, kendilerinin değişmesi gerekiyor!
Hayat ancak, kendileri değişirse değişebilir çünkü!
Emekle, sabırla ve zamanla…
Elbette yalnızca bu gençler değil değişmesi gereken; tüketim kültürünün egemen olduğu bir dünyada, mutluluğun ‘’sahip olmak’’ olduğunu sanan aileler de değişmeli, hem de öncelikle!
En büyük mutlulukların öğrenmekle, gelişmekle, kurulan içten ve derin ilişkilerle, emekle yaratılan eserlerle yaşanabileceğini,
amaçsız bir yaşamın, iyi bir yaşam olmayacağını kavrayarak, kendileri de örnek hale gelerek gerçekleştirmeliler bu değişimi.
İşte ancak o zaman, tacı zorla elinden alınan sahte prens ve prensesler değil, dünyayı iyi bir yer yapma konusunda sorumlu ve bilinçli, asil ruhlu gençler yetiştirebilirler!"
Doç. Dr. Şafak Nakajima

HEPİNİZE İYİ HAFTALAR