Okulun arkasındaki tepe doğuya doğru yükselerek Kuş Kayası ve Çağman Yaylasına kadar uzanır. Ormancık köyünde ikinci yılımdı. Bir gün av tüfeğimi alarak okulun arkasındaki tepede avlanmaya çıktım. Mevsim sonbahar. Sararmış kuru yapraklar ormanın sathını tümüyle kaplamıştı. Rüzgar bu yaprakları sağa sola savurmaktaydı. Hemen okula yakın bir yerde bir şey dikkatimi çekti. Rüzgarın savurmasıyla açılan toprak satıhta bir takım taşların uçları görünmekteydi. Ancak taşlar daire şeklindeydi ve insan eliyle dizildiği belliydi.

Bir gün okul paydosundan sonra yanıma güçlü kuvvetli öğrencilerden üç çocuk aldım. Okulda kazma ve kürek vardı. Dikkatimi çeken o yeri kazdık. Altından bir Rum mezarı çıktı. Bir de sürahi şeklinde ve on santimetre boyunda gözyaşı şişesi. Açık yeşil renkli ve yaldızlı. Doğal camdan yapılmış bir şişe.

Mezarı kapattırıp okula döndüm.

Aradan aylar geçti. Bir bayram günüydü. Sağ kolum ve çalışkan öğrencim Ali okuldaydı. Köylü bir dost da bayramlaşmak ve vakit geçirmek için yanıma gelmiş, odamda oturuyorduk. Bir süre sonra Ali odama girdi. Yanıma yaklaştı ve kulağıma fısıltı şeklinde;

-Öğretmenim, ormanda kazdığımız o yeri köylüler eşiyorlar, dedi.

Konuğumdan izin aldım. Av tüfeğimi yanıma alarak belirlenen yere doğru yürüdüm. Çalıların arasına saklanarak ne yaptıklarını izlemeye başladım. Orman içinde çok geniş bir alanın öbek öbek eşilmiş olduğunu gördüm. Dört kişi de durmadan kazma sallamaktaydı. Dikkatli bakınca ikisinin öğrencim olduğunu anladım.

Çalıların arasından havaya bir el ateş ettim. Kazmayı küreği bırakıp kaçarak ormanda kayboldular. Kazdıkları yerin yanına geldim. Ceketleri toprak yığının yanında duruyordu. Tek tek isimleriyle çağırdım. Korkmamalarını yanıma gelmelerini, aksi halde karakola haber vereceğimi bağırarak söyledim.

Çalıların arasından birer birer çıkıp geldiler.

-Bulduklarınızı verin bakalım, dedim.

Buldukları birkaç tane gözyaşı şişesini bana teslim ettiler. Açtıkları mezarları tekrar kapattırdım. Bir daha böyle yapmamalarını sıkıca tembihledim ve evlerine gönderdim. Ancak köylüleri zaptetmek mümkün değildi. Yıl sonunda o bölgede açılmamış mezar bırakmamışlardı. Yakaladıklarımdan aldığım bazısı kırık, bazısı sağlam gözyaşı şişelerini okuldaki bir dolapta sakladım. O köyden ayrılırken de yirmiden fazla gözyaşı şişesini okul dolabında bıraktım.

Bizim halkımız kendilerinin kandırılması için adeta yalvarmaktalar.

Köyde benim sihirbaz olduğum konusunda bir dedikodu yayılmıştı. O mezarları dikkatim sayesinde ve tesadüfen bulduğuma kimseyi inandıramadım. İşin garibi namım o ulaşılmaz dağ köylerine ve Ünye sınırlarına kadar yayılmıştı.

Karne tatilindeydim. Dışarıda müthiş bir kar fırtınası ve rüzgar vardı. Öğle saatlerinde kapım çalındı ve açtım. Karşımda tanımadığım iki yabancı. Benimle görüşmek istediklerini söylediler. İçeri aldım. Çay ve zeytin ikram ettim. Biraz ısındılar ve konuşmaya başladılar.

Ünye yakınlarında Tekkiraz beldesinden, elli kilometrelik bir yoldan gelmişlerdi. Birinin evi gece yarısı kurşunlanmış ve kim olduğunu bilmiyorlar. Benden kurşunlayan adamın kim olduğunu bulmamı istiyorlar!

Güler misin, ağlar mısın?

Adamlara benim bu tür konularla hiçbir ilgimin olmadığını anlatıncaya kadar alnımın damarı çatladı. Sonunda inandılar ve kalkıp gittiler.

Üstte de belirttiğim gibi bizim halkımız kendilerinin aldatılması için bütün içtenlik ve samimiyetiyle yalvarmakta...

Yazar İletişim

[email protected]

TLF: 0535 836 16 82