Bütün kitaplar yalnız ve bir tek olan o "Kitap'ı" daha iyi anlayabilmek için okunur.

Modernitenin insanlara sunduğu çoğul ama o derece kısır çokluğudur kitap. Yazar insanların sayısındaki ve kitaplardaki artış nedense okuyucuyla tezat teşkil etmektedir. Raflarda duran, vitrinleri süsleyen kitaplar çoğu zaman öksüz ve yetim kalmaya mahkum olmuşlardır. Halbuki bir ülkede okumaya karşı isteğin artmaması gafleti, cehaleti ve ondan doğacak felaketi hazırlamaktadır. Silaha, emperyalizme sunulan imkanlar - akıtılan terler; okumaya ve cehaletle savaşa sunulmuş-akıtılmış olsaydı, tarihi kan gölüne çeviren savaşlar belki sadece filmlerde kalmış olacaktı.

"Oku!.." ile başlayan muazzez kitabın idrakinden ve hissiyatından mahrum nice kuru kalabalıklar ve karton memleketler vardır yeryüzünde. Onlar hala kendilerini emperyalistlerin çöp sepeti olmaktan kurtaramamışlardır.

Okumayı, düşünmeyi ortadan kaldırırsak geriye bir kendiliğinden oluş ve davranışlarda makineleşme hissinden başka ne kalır. O zaman deformasyon bombardımanına açık birer nükleer saha haline dönmez mi beyinlerimiz? Tıpkı Hindistan'da, yıllarca logaritma cetveli ezberlemeye mahkum olanlar gibi...

Okumak bir infilak, bir isyandır. Hiç isyan etmemiş, hiçbir zaman taşmamış olan, okumamış demektir. Tensel olarak var ama içsel olarak okyanusların dipleri kadar sessiz ve sakin. Onlara coğrafyanın deyimi ile "sönmüş" demek gerekir. Bir de Kul Sadi'nin dediğini; "Okumaz yetinir yıldızlı kapla. Tavası delinmiş avunur sapla. Pınarın başında susuz ölüyor. Kitaplığı süslü cilt cilt kitapla."

Seküler anlayışa sahip toplumlardaki okuma çokluğu ile; Referanslı toplumların okuma düşüklüğü ve geri kalmışlığı arasındaki tezat, asla manevi bağlardan değil, manevi bağlantının yanlış prize bağlanmasından kaynaklanmaktadır. Kalbin ve kalp süzgecinden geçmesi gereken bilginin kontak ve rabıta eksikliğindendir.

Bacon'un şu sözü ne kadar manidardır; "Kurnaz insan okumayı küçümser, basit insan ona hayran olur, akıllı insan ondan yararlanır." Geri kalınmışlığa mersiye yakmak, komplekse kapılmak yerine; "Ayaklı Kütüphane" denilen gönül fedailerine ihtiyaç vardır. Okuyan toplumlar tarihin her zaman öznesi olmuşlardır. Tarihin nesnesi olmaktan kurtulmanın yolu ise okumak, belki de en önemlisi "Okumayı Okumaktan" geçer. Anlamayan, satır aralarını iyi okuyan kitap hamallarından kimseye fayda gelmez. Okuduğunu uygulamayan, anladığını, bildiğini yorumlamayan insan, çift sürüp tohum ekmeyen insana benzer ki; en has gübre, en iyi sulama, en mükemmel çapa beyhudedir. Yazarlar ve yazılanlar tarihini inceleyen insanlar bir gününe on, yirmi, otuz sayfa el yazısı düşen fikir çilekeşleriyle karşılaşacaklardır. Onlar mutluluğa giden yolun anahtarını bulmuşlardır.

İnsanlık şunu bilmeli ve anlamlıdır ki; kitaplar vitrin süslemek, raf doldurmak için değil, bedeni süslemek, kafayı doldurmak için vardır. Tümevaran bir isyan, beynelmilel bir infilak içindir. Aydınlık adına bir mum yakmak erimeye mahkum kalınsa bile mutluluk, huzur vericidir. Hallacca bir tebessüm, Hubeybce bir teslimiyet, Akifçe bir infilak, Fazılca bir isyandır.

"Bir saatlik tefekkürü bin rekat nafile namazdan" daha değerli gören din müntesiplerinin sorumlulukları ne kadar ağırdır. Eğer tefekkür, okumayla, anlamayla, düşünmeyle ve uygulamayla taçlandırılırsa ne kadar muhteşem olur bir düşünün... Artık oraya modernitenin en korkunç silahları bile tesir edemeyecek, onun zarafetinde yok olup gidecektir.

Bu dünyayı yaşanabilir kılmanın yolu yazanı, okuyanı, düşüneni, uygulayanı kısacası "Kitap'ı.." özgürleştirmekten geçmektedir.

Yoksa hala günleriniz " Kitapsız" mı geçiyor?...