Yazar Ahmet Tuğrul Topaloğlu, bir yazısında bu konuda şu örneğe yer vermiş: Bir laboratuvarda deney yapılıyormuş. İçinde bir büyük ve çok sayıda küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konmuş. Haliyle, büyük olan balığın karnı acıkınca küçük balıkları yiyormuş. Daha sonra akvaryumun ortasına dikey olarak kalın bir cam yerleştirilmiş. Böylece akvaryum cam bölme ile ikiye ayrılmış. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştirilmiş. Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapmış. Her defasında cama çarpıp geriye dönmüş, yani küçük balıklara yaklaşamamış.

Bu durum tam 28 saat boyunca sürmüş. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakmış. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılmış. O da ne? Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyormuş. Saatler geçtiği halde onları yemekten vazgeçtiği görülmüş. Buna psikolojide 'Öğrenilmiş güçsüzlük' deniyormuş. İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne ve babasının, 'yapma, etme, elleme, dokunma gibi sözlerini duyuyormuş. Böyle olunca da çocukta büyüyünce 'yapamama', 'edememe' özellikleri gelişiyormuş ve neticede özgüvenini yitiriyormuş. İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar vermişler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkmışlar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum.

Lütfen beni kucağında taşır mısın?' demiş. Baba ise ona 'Ben de yorgunum oğlum’’ der demez çocuk ağlamaya başlamış. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal kesmiş dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontmuş. Sonra dalı oğluna vermiş. 'Al oğlum, sana güzel bir at' demiş. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata binmiş ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlamış. Babasını ve ablasını geride bırakmış. Baba gülerek kızına dönmüş: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et.

Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir ya da bir çocuğun tebessümü olabilir' demiş. Değnekten atınız hiç eksik olmasın' diye bitirmiş yazar Ahmet Tuğrul Topaloğlu.

'Öğrenilmiş güçsüzlük' ve bununla ne kadar başa çıkılabilineceği konusunda ben de şöyle düşünüyorum değerli okurlarım:

1- Önce hayatta olan ve bize 'yapma, etme, elleme, dokunma' diye hala baskı yapmaya çalışan, çalışmalarımızı, başarımızı, hevesimizi, umudumuzu kıran aile büyüklerimiz, yakınlarımız, hatta bu tavırda arkadaşlarımız varsa, onlara:'Hayır, bu benim hayatım, benim görüşüm ve bana ait bir konu, hatta benim özelim, karışmayın lütfen' demeyi öğrenmeliyiz ve bu tavrımızı onlara alıştırmalıyız. Zamanla onları 'Öğrenilmiş karışmama' tavrına alıştırmalıyız.

2- Biz başarı ve mutluluk yolunda ilerlerken, sağdan soldan laf atan, eleştiri yapan, kıskanan, dedikodu yapanlar olursa, onlara da gereken cevabı vermeyi ihmal etmemeliyiz. Çelme takanlara rağmen, düşmemeyi öğrenmeliyiz.

3- Çocukluğumuzdaki, gençliğimizdeki, iş hayatımızdaki, hatta olgunluk çağımızdaki bizi öğrenilmiş güçsüzlüğe iten, çeşitli aile ve çevre baskılarını iki de bir hatırlayıp, kalan ömrümüzü kısır döngüler içine sokmamalıyız. Geçmişin acılarına sünger çekmezsek, süngerin acı suyunda elimizi, yüzümüzü, gözlerimizi ve kalbimizi yakarız.

Ailemizin ve gördüğümüz eğitimin bize verdiği artı veya eksilerle güçlü veya güçsüz oluruz. Daha güçlü, daha huzurlu, daha umutlu ve mutlu olmak için, bize doğru koşup gelen başarı ve mutluğu görmeliyiz ve ona doğru koşmalıyız. Başarı ve mutluluk tıpkı sevgili gibidir. O size doğru koşarsa, siz de ona doğru koşmalısınız. Bu koşuda öncelik, daima sizde olmalıdır. Kalın sağlıcakla değerli okurlarım…