27 Mayıs 2009?da Hakkâri?nin Çukurca ilçesinde mayın patlaması sonucu 7 askerimizi kaybetmiştik. Olay, ulusal basında ?açılıma PKK mayını? formatında başlıklarla duyurulmuş; hatta Başbakan Erdoğan?ın dönemin DTP Başkanı Ahmet Türk?le yapacağı görüşmenin ertelenmesine yol açmıştı. Sayın Erdoğan daha sonra televizyon kanallarında ?Ne zaman Ahmet Türk?le görüşmeye kalksak bir şeyler oluyor.? biçiminde cümleler sarf etmişti. Gelinen noktada bu mayınların MKE yapımı olduğu ve askerler tarafından döşendiği ortaya çıkmış bulunuyor. Askerlerden birisinin babasının ?Bu haber doğru çıkmasın diye dua ettim günlerce.? açıklaması yer aldı gazetelerde.
Yine 17 Ağustos 2009?da Elazığ?ın Karakoçan ilçesinde bir teğmen, pimi çekilmiş el bombasını bir onbaşının eline vermiş; bunun sonucunda da 4 askerimizi kaybetmiştik. Bu olay da ulusal basınımızda ilk elden terör saldırısı olarak duyurulmuştu. Dava neticelendi, teğmene 9 yıl 2 ay hapis cezası verildi ve teğmenin en fazla 6 yıl yatıp çıkacağı konuşuldu. Bunun üzerine asker aileleri ?Bu ülkeyi terke etmeyi düşünüyoruz.? diye tepkilerini dile getirirken, AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ ?Bir subayın egosuna kurban giden 4 Mehmetçik?e trafik kazazedesi muamelesi yapılmıştır. Ortada kırmızı ışıkta geçme veya hatalı sollama mı var ki, böyle bir karar çıktı? Askerî mahkemenin kararı vicdanları kanatmıştır.? diye tepki göstermişti.
Ve yine birkaç gün önce meydana gelen mayın patlaması sonucunda kaybettiğimiz askerlerden birinin babası da ?Açılım olsun, çocuklarımız artık ölmesin.? diye ağlıyordu kameralar karşısında.
Ergenekon soruşturması üzerinden başlayan ve son ?Balyoz? darbe planı ile gündemin önemli tartışma başlıklarından biri haline gelen ?TSK içindeki darbeciler? iyice ayyuka çıktı. Bu hafta başında da bir mektup üzerinden sürdürülen iki general arasındaki (Özkök-Doğan) söz düellosuyla dönemin 1. Ordu Karargâhı?nda darbeye dair önemli sayılabilecek hazırlıklar yapıldığını, bunun sivil uzantılarının da var olduğunu birinci ağızlardan öğrenmiş olduk. Nitekim dönemin MİT müsteşarı Şengal Atasagun da Cumhuriyet gazetesinden Mustafa Balbay ve İlhan Selçuk?a ?1.Ordu?da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar.? babında laflar etmişti.
Dün ulusal kanalların birinin haber programında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı?ndan emekli Koramiral Atilla Kıyat, cevabı içinde saklı şu soruyu soruyordu: 1990 ile 2000 yılları arasındaki fail-i meçhuller bir devlet politikası olarak uygulandı mı, uygulanmadı mı?
Evet, yukarıda birer paragrafla özetlemeye çalıştığımız olayları çoğaltmak mümkün? Bütün bu olup bitenlerden sonra birilerinin ?TSK yıpratılıyor.? lafını papağan gibi tekrar etmesinin bir manası olmadığını anlamak gerekiyor. Orduyu yıpratan faktörler dışarıda değil, bizzahiti ordunun kendi içerisinde yer almaktadır. Tabii ki bu memlekette herkes ordu sevdalısı değil. Bu durumlardan kendilerine pay çıkarıp orduya taş atmak, onu yıpratmak isteyenler de var. Ancak, ?ortalıkta bir suç varsa orada devlet sırrından bahsedilemez? belirlemesi TSK için bu durumdan çıkışın yolu olarak görülmektedir.
Tartışılması gereken bir başka mevzu da ?profesyonel askerlik? uygulamasıdır. 21.yüzyılı adımladığımız şu günlerde TSK, sadece teknik olarak kendini güçlendirmekle kalmamalı; bir ?acemi erler ocağı? olmaktan kendi kurtarmalı, her alanda ihtiyacı olan kalifiye elemanı profesyonel bir eğitimden geçirip saflarına katmalıdır. Var olan askerlik uygulamasının ilkelliği artık görülmeli; öğretmenlik, doktorluk, avukatlık nasıl bir meslekse askerlik de öyle bir meslek haline dönüştürülmelidir. Son günlerde baharın gelişiyle belli ki yine operasyon hazırlıkları yapılıyor, bu operasyonlarda iki, üç ay acemi eğitimden geçirilmiş olsa da acemi olmaktan kurtulamamış erler görev alacak yine. Ve yine anaların, babaların yüreğinde acı, gözünde yaş olacak.