Aşk üç harften oluşan tek heceli bir kelime. Tabi kelime kökenine bakınca değişik sonuçlar çıka-biliyor karşımıza ama ben oraya girmek istemiyorum bugün. Kimine göre aşk bir hastalık. Bazen bir tutku, bazen ömürlük, bazen günlük. Aşk üzerine yapılmış sayısız film, yazılmış romanlar ve şarkılar mevcut. Bu yazıyı yazarken bir yandan da şu şarkı dilime dolandı Aşk eski bir yalan Adem ile Havva´dan kalan.

Gerçekten yalan mı? Kendimizi kandırdığımız, yoksa şanslı olanlara görünen sihir gibi bir şey mi? Aşkın tarifi herkes için farklıdır. İnsanoğlunun ömrü aşkı kovalamakla geçer, sanki ille de bulunması gereken bulmacanın eksik parçasıdır aşk. Aşık olunmazsa eksik kalacakmışız gibi bir baskı vardır üzerimizde. Bu durum sanki bize empoze edilmiş. Neden ille de aşk. Hayattaki tek hedefimiz, amacımız sanki bu.

Kendimizi sürekli bunu bulmaya, aramaya o kadar zorlarız ki, bazen aşık olmaya hazır olduğumuz için, aşık olmadığımız insanlara aşık olduğumuzu sanarak kendimize sanal bir dünya yaratırız. Hayal ettiğimiz, olmasını istediğimiz ama henüz karşılaşmadığımız o ruha zaten içten içe aşığızdır. Sonra birini görür bedenen beğenir ve zaten kendimizi bildiğimizden beri beklediğimiz ruhu o sanarak aşık oluruz. Ve gözümüz hiç bir şeyi görmez. O kişide bütün aradıklarımız varmış gibi aşk yaşarız.

Aşıksın ya hani, seni aramaz komaya gireriz, arar niye bu kadar sıkıyor deriz, ayrılırız daha beter komalık oluruz. İşte bu bence delilik halinin başlangıcıdır. Çünkü bir türlü beklentimiz karşılanmaz. Oysa ki bütün hayatımız boyunca aşkı beklemişizdir. Çocukken dinlediğimiz bütün o prenses masalları bir gün masallardaki gibi bir aşk yaşayacağımıza inandırır bizi. Peki aslında ne isteriz, nedir bizi aşk aşk diye beyhude bir çabanın içine sokan.

Aşk, vicdanın ne olduğunu bilmeyecek kadar toydur demiş Shakespeare. AŞK tarif edilmesi zor, karmaşık duygular yaşatır. Bunu anlamak ve tarif etmek için çok uğraşı vermiştir insanlar. Aşk kelimesi bir sarmaşığa verilen ad diye okumuştum geçenler bir yerde, yanındaki ağacı sarar onu görün-meyecek hale getirirmiş. Yani aşk da bizi mi yok ediyor aslında, düsünmeden duramıyorum. Hem sonra çok merak ediyorum masalda sevgili prensi ile evlenerek prenses olan Külkedisi çok mutlu mu yaşadı sonsuza dek, yoksa o da evlilik aşkı öldürür durumuna yenik düştü mü?

Düşünsenize Külkedisinin saç baş dağılmış, kucağında ağlayan bir çocuk bir de eteğinde, geceden uykusuz, gözler şişmiş. Prens efendi de sıkılmış bu durumdan arkadaşları ile maç seyretmek için evden kaçmış. İşte gerçek bu. Ama bütün bunları bile bile de ateşe uçan kelebek misali hazırız her daim aşk ateşi ile yanmaya. Yunus Emre´ nin de dediği gibi; Gönlüm düştü bu sevdaya, gel gör beni aşk neyledi.