Ne garip bir döneme tanıklık ediyoruz. Hatta tanıklık etmeklede kalmayıp, süregelen bu oyuna katılıp her birimiz birer başrol oyuncusu edası ile kendimizden birşeyler katıyor, inceden inceye kendi geleceğimizi yazıyoruz. Tabi bunu yazıyoruzda tam olarak ne yaptığımızın veya neye hizmet ettiğimizin farkındamıyız işte inanın orasını bende bilmiyorum. Geleceğimizi yazarken bir yandan da deli gibi birşeyleri tüketiyoruz. Elde etmek istediğimiz herşeye çarçabuk ulaşıp, ulaştığımız herşeyi de hızla bir köşeye fırlatıp şişkin egoları daha da şişiriyoruz. Bir yandan da "farkındalık" diye bir kavramın farkına varıp, bütün kötülüklerin anası olan egolarımızdan kurtulmak için debelenip duruyoruz.. A'dan Z'ye herşeyin yada herkesin önüne kendi mutluluğumuzu, kendi sevinçlerimizi, kendi başarılarımızı hatta komple kendimizi koyuyoruz. O ego denilen illetten bir türlü kurtulamıyoruz.. Sonra da Mevlana'dan, Şems'ten günlük yaşantımızda dem vurmayı, mesajlar şeklinde öğretiler kullanmayı ihmal etmiyoruz.. Sakın beni yanlış anlamayın bunu kötü birşeymiş gibi yazmıyorum lakin göz gördüğünü koyuyor aklına. Okudukça, gördükçe içine alıyor, yaşantısının bir yerine koyuyor ama yine de alışkınlıklarımızdan kurtulamıyor, herşeyi ve herkesi tüketmeye devam ediyoruz ya kötü olanda o işte! Maalesef ki çılgın bir tüketim döneminde yaşıyoruz. Ve hiç birimiz, önemli beklentilerimize hizmet eden bu sistemin bir parçası olmamaya cesaret edemiyor, mutlu olmak yerine mutsuzluğu tercih ediyoruz.. Herşeyi ve herkesi tüketiyoruz şuursuzca; eşyaları da tüketiyoruz, ilişkileri de, sevgileri de , aşkları da birer birer...

TÜKENMEZ AŞKLAR VAR MIDIR?

Hepimizin derinlerde bir yerlerde bildiği birşeyler vardır; bütün bu kavgaların dövüşlerin yersiz olduğu, içimizdeki hırsların ve ihtirasların anlamsız ve boş olduğu, yaptığımız gururların ne denli gereksiz olduğunu muhakkak ki biliyoruz... Ama bunları bilmemize karşın yine de tüm bunların ne kalbimizin tamamına egemen olmasına izin veriyoruz ne de teslim olmayı becerebiliyoruz.. Velhasıl içimizde ki ilahi güce ihanet edip, aslında Tanrı iken kul olmayı tercih ediyor, zoru seçip hayatımızı daha da güçleştiriyoruz. Dile kolay, uzun yılları geride bırakmış ve sonuna gelinmiş bir ilişkiden bahsederken, bu uzun yıllar içinde tüketilen değerlerden bahsetmeden geçemiyor, sonunda da "acaba tükenmez aşk varmıdır?" diye sormadan edemiyoruz.. Tam da bu soruyu sormuşken Meral Okay'ın "Aşk bir sızma halidir...Aşk kendinden vazgeçme, kendi benliğini ezmeden "biz"olabilme halidir " cümlelerini okuyor, cevap bulabiliyorum.. Sizcede aşk bir sızma hali değilmidir? Bana göre gerçekten de aşk bir sızma halidir.. Her birimiz sızarız bir diğerinin hayatına sinsice.. Kaptırırız kendimizi ona, kendimizden ödün veririz, tüm benliğimizle ona hizmet ettiğimizi düşünürüz ama en ufak bir isteğide tehdit gibi algılar, değişmek değiştirilmek istemeyiz..

Halbuki aşk yüreğini olduğu gibi ortaya koyabilmek, tamamıyle teslim olmak, götürmeyecekse senden birşeyler gerektiğinde bir parça değişebilmek, sevgilinin karşısında korkmadan, utanmadan çıplak kalabilmek değil midir? Aşk gerçekten egodan kurtulmanın en kolay ve en keyifli yolu, benken biz, birken iki olmak, çoğalmaktır.. Aşk bahardır, tutkudur, kalp çarpıntısıdır, bir yere ait olduğunu bilmektir en önemlisi de.. Ama aşk huysuz ve kaprislidir; harlamazsan ateşi, fırlatıp korunu canını yakar, işte tükenme de orada başlar! Tükenmez aşklar vardır elbet; yeter ki kendimizi olduğu gibi ortaya koyalım, yeter ki ben değil de biz olalım...