İsmini cismini bilmem! Bilmek te istemem zaten. Bataklık zihninin çamur ağzıyla dil uzatmaya çalıştığı ancak nefesinin bile ulaşamayacağı büyüklükte bir adamdan ve o adamın memleketi uğruna geri plana atmak zorunda kaldığı hayatında ki en kutsal kadından bahsediyorum. Kalemimi bizim şu Macbeth ’in keskin kılıcı gibi şöyle bir havada savurup kınına sokmayacağım bu defa.

Doğrudan vuracağım beyni olmadan pis zikri olanların boynuna. Damarlarında kan yerine iblis şehveti gezen vücutlarını, kıvrım kıvrım çürümüş beyin damarlarının doldurduğu bakan ama göremeyen duyan ama anlayamayan talihsiz kaderlerinin eziyetini çeken kafalarında ki kurtlu düşüncelerden kurtarmış olurum hiç değilse.

Valla bak öyle pozitif bir insanım ki hani iblisi görsem yolda, “ Naber, Lucifer? İşler nasıl gidiyor?” diye soracağım ama gel gör ki bu sonradan zebanileşen tiplere sabrım kalmamış hiç. Hadi orjinali anladık fıtratında var, yazıyorum ya hep yaratılış fıtratı falan filan. Gerçi bizim Lucifer insandan bana iş kalmadı, çırak boynuzu geçti der eminim. Ama sana ne oluyor. Bırak başrolde şeytan kalsın. Rol çalıp bir de arkana utanmadan en güzel varlığın doksan dokuz ismini alıp bu denli idrak yoksunu bu denli çirkef olmanın bir anlamı yok çünkü. Senin o nefesinin bile ulaşamayacağı adam var ya işte o kıytırık nefesini alıp böyle hürce yaşayabildiğin bir memleketin oluşması için canından can ömründen ömür katan yegâne adamdır, he nefesi burnundan almadığın kesin orası ayrı.

Bizim buralarda bir laf vardır, “Dilin dependen çekile” diye. Bak işte yazının ortasına koyuyorum bu lafı ve en başta bu milletin kıymetli kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ e ondan sonra en güzel annelerden Zübeyde hanım ve tüm kadınlara edepsizce dil uzatan özgüven yoksunu çığırtkanlara gönderiyorum.

Korkmayınız bu kadar kadınlardan. Özellikle güçlü kadınlardan.

Bir evlat yetiştirip dünyayı değiştiren adamlar büyüten kadınlardan. Yirmi yaşında yeni gelinken Ruslara kazma kürek dalan Nene Hatun’dan, Kurtuluş savaşı ve Türk kadının mücadelesini anlatan Halide Onbaşı’dan, oniki yaşında “Onbaşı” rütbesini alan Nezahat Onbaşı’dan, top mermisi yetiştirirken ıslanmasın diye ceketini mermilere bedenini yavrusuna siper edip soğuktan can veren Şerife Bacı’dan, erkek kılığına girip erkekten cesur dövüşen Halime Çavuş’tan, henüz yirmibir yaşında elinde silahıyla ön cephede şehit düşen Gördesli Makbule Hanım’dan, eşinin tek hatırası elmas küpelerini satıp tüfek alıp dağa çıkan Yunan ordusuna kafa tutan Çete Emir Ayşe’den, Tarsus’u kurtarmak için mücadele veren Kara Fatma’dan ve bu memleketin her bir taşında emeği hakkı olan erkekle birlikte yan yana savaşan daha isimsiz nice kadından bu kadar korkmayınız efenim.

Aksine gurur duyunuz. Bu tarihi yazanların yarısını kadınlar doğurdu yetiştirdi diğer yarısında da bizzat yer aldı. “Seni karnında taşıyan kadına saygın bütün kadınlara yansımalı” der efsane Çağrı filminde bir sahnede. Yüreğimden vurur her izlediğimde aksi yönde konuşan adamın idrak bakışları cümlenin derin anlamı ve güzelliği karşısında. Yani efenim daha yazacaktım kalem bitti ne yazsam az ne söylesem yetmez, içimde ki bu öfke bitmez hesabı. Nankörlüğü de geçtik artık. Bildiğin apaçık bir saldırı var ortada.

Nedir senin derdin bu kadar. Bu hazımsızlığın altında hangi kör, pıhtılaşmış çıkar damarlarının tıkandığı planlar var ki oynar durursun uydurur çığırırsın ortalarda dingil dingil.

Ama merak etme biz seni ve senin gibileri unuturuz elbet. Kirletmeye çalıştığınız kapkara iftiralarınızla karartmaya çalıştığınız Mustafa, ismi gibi tertemiz beyazlığıyla ve arkasında bıraktığı değerlerin bakışları gibi masmavi sonsuzluğunda hep var olur. Ve o Mustafa’nın önünde saygıyla eğildiği tüm kadınlar anlatılmaya devam eder bir efsane olarak. Ve bu milletin her daim evlatlarına ve tüm gençlerine anlatacağı en önemli gerçeklerden biri Mustafa Kemal’in ve o muhteşem kadınların kahramanlık hikâyesi olur. Sen de kar üzerinde ki lekeli tane hesabı düştüğün yer kadar iz bırakırsın ki o da Zübeyde Hanım’ ın kutsal analığıyla ve Afet İnan’ ın manevi baba sevgisiyle yok olup gider…