Medya'da 'İmralı süreci' olarak adlandırdığımız dönem gündemi tam anlamıyla işgal etti. Öyle bir işgal ki top patlasa zor duyulur.

Bu noktaya gelene kadar BDP'lilerin ve Kandil'deki teröristlerin müzakere ve çözüm için Apo'yu işaret etmeleri olumlu bir durumdu. En azından pazarlığın kiminle yapılacağı belli idi. Geçen hafta basına sızan görüşme notları sayesinde pek çok şey de açığa çıkmış oldu. BDP ve PKK tarafından ''Önder'' ilan edilen Apo: ''PKK'nın ve BDP'nin beni kullanmasına izin vermem.'' Diyor. Bu nasıl önderliktir bu nasıl bir organizasyondur anlamak mümkün değil. Yine aynı Apo: ''Sorumluluk almam. Süreç başarısız olursa ben yokum.'' diyor. Buradan çıkarılacak yorum Apo'nun kendisine biçilen önder rolünü kabul etmediğidir. Fakat aynı Apo bir yandan da küçük dağları yarattığını, hükümet ayakta tutma ve yıkma kabiliyeti olduğunu iddia ediyor, muzaffer önder edalarına giriyor. Yani bir öyle, bir böyle. Söylediği iki cümlenin birbiri ile alakası yok. Tutarlılığın yakınından bile geçmiyor. Görüşme notlarına bakınca düşünceler silsilesi içerisinde boğulmuş bir Apo görüyorsunuz.

Bu ve benzeri tutarsızlıklar silsilesi bir yana, söylediklerinden Apo'nun bir narsisizm(kişinin kendine tapması) sorunu olduğu açıkça anlaşılıyor. Ayrıca düzensiz konuşma ve düşünceler içerisinde olduğu ve yanılgıları olduğu da fark ediliyor. Bunlar kimi çevrelerce fark edilip belki de süreci baltalamak amacıyla abartılıyorsa da sonuçta bir psikolojik rahatsızlığın belirtileri pekala olabilir. Klinik olarak rahatsızlığı gerçekten var mıdır yok mudur bunu hekimler bilecektir fakat sanırım müzakere konusunu tartışmadan önce Apo'nun akli dengesinin tam olarak yerinde olup olmadığını tartışmalıyız!

Elbette masaya sorunu çözmek ve silahları susturmak amacıyla oturuluyor. İtirazımız yok. Provokasyonlara ve sabotaj oyunlarına gelmeden müzakereyi sürdürmeye de kimsenin itirazı yok. Fakat bir müzakerede ya da kaba deyimle pazarlıkta benim anlayışıma göre iki tarafta taviz verecek ve orta yolda buluşacaktır. Ama istediğinin tanımını yapamayan, nelerden taviz vermeye hazır olduğunu esas sorumlu olduğu kimseye (Millete!) bile söyleyemeyen, ima dahi edemeyen bir yapı ile pazarlık sonuçlandırılabilir mi? ''Bizi millet seçti, Milletin temsilcisi biziz, istediğimiz gibi pazarlık ederiz'' yaklaşımı ne kadar doğru?

Şunu anlamalıyız ki müzakere sürecine çok yanlış başlandı. Şeffaflık konusunda hükümet yapılan uyarıları kesinlikle dikkate almayarak büyük bir hata işledi. Başbakan'ın görüşme notlarının sızdırılmasına öfkesi de bunun kanıtıdır. Gizli saklı işler çevrilmesi vatandaşın sürece güvenini azaltıyor ve akıllara art niyet getiriyor. Apo ayrı, devlet ayrı telden çalıyor. Bugün itibariyle potansiyel olarak yıllarca sürebilecek müzakere döneminin hali harap. Sürecin selameti için umarım bu tutum değişecektir.

Bir de ''süreci baltalamayın'' tokmağı var başımız üzerinde. Kim ne diyecek olsa ''süreci baltalamayın'' tokmağını vuruyorlar. Eninde sonunda konuşulacak konuları bugünden sus pus etme çabası neyin nesidir? Her şey konuşulacak ki toplumsal algılar ortaya çıkabilsin. Yoksa bu müzakere sürecinin tamamına vatandaşın fikrini söylemesini engelleyen, aydınları sindiren bir anlayış mı hakim olacaktır? İşte bunu kabullenemeyiz.